1877-1878 Osmanlı – Rus savaşından sonra yapılan Aya Stefanos antlaşmasının yapıldığı
3 Mart gününü, Bulgaristan, Osmanlı egemenliğinden kurtulduğu için milli gün ilan etmiştir… Her ülkede olduğu gibi, Bulgaristan’ın da kurtuluş veya bağımsızlık gününü kutlaması gayet doğaldır…
Fakat Bulgaristan’da 3 Mart günü kutlamalarında, dikkat edilirse çok az konuşmacı normal olan “Osmanlı egemenliğinden kurtuluş” der, genellikle anormal olan “500 senelik Türk altıdaki kölelikten kurtuluş” denir…
Nasıl köleliktir bu?
Bulgarlar, 1396 yılında Osmanlı egemenliğine girdikten sonra da kiliselerini ve kiliselerin çevresindeki “kiliyno” dedikleri oda okullarını korumuşlardır. Hiçbir Bulgar, yerinden yurdundan sürülmemiştir. Osmanlı idaresindeki topraklarda Bulgarlara tarım, ticaret gibi faaliyetler serbest olup; hatta yeniçeri ocağından yetişen Bulgar çocuklarından sadrazam ve vezir olanlar da çıkmıştır…
Fransız devriminden hemen sonra ise, 19. yüzyılın başlarında, Batı Avrupa ile birlikte Bulgar çocuklarına kendi anadillerinde laik eğitim olanakları sağlanmıştır ve lise düzeyinde Bulgar dilinde eğitim veren onlarca okul açılmıştır… Ayrıca aynı çocuklara misyoner okullarının kapıları da sonuna kadar açılmıştır…
Örneğin 1863 yılında İstanbul’da açılan ve her etnik grubun anadilinde de eğitim veren Robert koleji, açılışından hemen sonra, onlarca Bulgar çocuğuna kapılarını açarken, ilk Türk çocuğunu ancak 1881 yılında kabul etmiştir.
Örneğin – kıyaslamak açısından – 1882 yılında, 232 Robert koleji mezunundan 89’u Bulgar, 85’i Ermeni, 28’i Rum, 7’si Türk ve 23’ü diğer etnik gruplardandır. Aynı Robert kolejinin Bulgar mezunlarından beşi, Bulgaristan’ın kuruluşundan birinci dünya savaşına kadar dönem dönem Bulgaristan hükümetlerinde başbakanlık yaparken; aynı dönemde kurulan tüm Bulgaristan kabinelerinde ise en az birer Robert kolej mezunu bakanlık yapmıştır… Şimdi “Robert koleji Türk değil, Amerikan okulu” dediğinizi duyar gibiyim.
Doğru… Fakat Robert koleji Türklerin egemenliğindeki İstanbul’da ve Bulgarlar, Bulgaristan resmi tarihine göre Türklerin kölesi değil miydi? Köleler nasıl oluyor da kolejde okuyabiliyor?
Görüldüğü gibi 1881 yılında 89 Bulgar öğrenci, kölelik(!) olan yerde eğitimini sürdürmeyi tercih etmiştir. Oysa Bulgaristan, 1878 yılında Osmanlı köleliğinden(!) kurtulmuştur.
Osmanlı köleliğinden(!) kurtulamayan Doğu Trakya, Batı Trakya, veya Makedonya’da yaşayan Bulgarlar ise, özgür(!) Bulgaristan’a göç etme gereği duymayıp Osmanlı köleliğini(!) tercih etmişlerdir; ta Balkan savaşına, yani Bulgaristan bu topraklara saldırıncaya kadar.
Görüldüğü gibi Osmanlı’da kölelik(!), bir başka olsa gerek…
Böyle köleliğe(!) can kurban değil mi?…
Şimdi Bulgaristan kurulduktan sonra Bulgar idaresinde kalan Türklerin durumuna kısaca bir göz atalım:
Objektif olmak açısından Türk veya Bulgar kökenli kaynak kullanmak istemediğim için Amerikalı ünlü tarihçi Justin McCarthy’nin Balkanlar’da katledilen veya aynı yerlerden göçe zorlanan Müslümanların felaketini anlattığı ve İngiltere diplomatik kaynaklarına dayanan “Ölüm ve Sürgün” adlı eserinden yararlandım. Justin McCarthy’nin belirttiğine göre, 1877- 1879 yılları arasında 260 bin sivil Türk veya Müslüman hayatını kaybetmiş olup, bunların bir kısmı açlıktan, hastalıktan veya soğuktan donup ölmüş olsa da birçoğu Rus askerleri veya Bulgar çeteler tarafından katledilmiştir. Aynı dönemde 515 bin sivil Türk yerinden yurdundan göç ettirilip malvarlıklarına el konulmuştur. 1879- 1887 yılları arasında 52 binden fazla Türk yine göç etmek zorunda kalmıştır.
1912 Balkan savaşında ve sonrasında ise, Balkan ülkelerinden göçe zorlanan 414 bin Müslüman’dan- Bulgaristan’ın ele geçirdiği toprakların en az olmasına rağmen- 148 bin Müslüman Bulgaristan’ın ele geçirdiği topraklardan göç ettirilmiştir. Buna karşılık 1.Balkan savaşı sırasındaki Bulgar asker ve çetelerinin Müslümanlara karşı işledikleri cinayetlere ve aşırılıklara rağmen, sadece 50 bin civarında Bulgar da Doğu Trakya’dan göç etmek zorunda kalmıştır; buda kıyaslamak açısından belirtmek gerekirse, her üç Müslüman’a karşılık bir Bulgar eder.
Bulgaristan’dan Türk göçü, barış dönemlerinde de devam etmiştir. Türkiye resmi kaynaklarına göre( barış dönemini kapsadığı için rakamların çarpıtılmadığı inancındayım) 1925- 1949 yılları arasında 219 bin, 1959- 1952 yılları arasında 154 bin, 1968- 1979 yılları arasında 116 bin olmuştur. 1984-85 yıllarında Türklerin isimleri değiştirilmek suretiyle girişilen asimilasyon politikasından sonra en son 1989 zorunlu göçü ve sonraki dönemde ise 300 bin civarında Türk yerinden yurdundan olmuştur…
Bu arada Justin McCarthy’nin kitabının 13. sayfasında belirttiği bir gerçeği, aktarma gereği vardır:
“Onlar(Osmanlılar) Hıristiyanlara çok kez iyi davrandılar, çok kez de kötü davrandılar ama, onların varlıklarını sürdürmelerine ve dillerini, geleneklerini, dinlerini korumalarına izin verdiler. Böyle yapmaları da(insanlık ve adalet açısından) doğru olmuştu; ne var ki, eğer 15. yüzyıl Türkleri böyle hoşgörülü olmasa idiler, 19. yüzyıl Türkleri kendi yerlerinde yurtlarında yaşamayı sürdürüyor olabilirlerdi.”
Bu konuda başka söze gerek var mıdır?
1878 yılından beri Bulgaristan’dan 2 milyon civarında Türk veya Müslüman yerinden yurdundan olmuştur. Bu sürülen 2 milyon kişiden kabataslak hane başına on kişinin düştüğünü hesaplarsak, Bulgarlara kalan ev sayısı 200 bin olur; hane başı bir ev hayvanı kalmış olsa, 200 bin hayvanın sahibi değişmiş olur. Kanımca en az her dört Bulgar’ın üçü, bu mallardan doğrudan veya dolaylı olarak faydalandığı için, hemen hemen her Bulgar, bir Türk’ün bir şeylerini gasp etmek ve bir Türk’e zarar vermeyi gayet doğal karşılıyor; bu bazen malvarlığı, bazen rüşvet talebi, bazen de insan hakları olabilir…
Görüldüğü gibi, bu üretmeden malı götürmek tatlı gelmiş olacak ki, “Türk altındaki kölelik”, “Türkler geliyor”, “ Türkleştirileceğiz” edebiyatı kuşaktan kuşağa geçerek gelenek haline geldiği için, bu yöntemle Türklerin malvarlıkları, medreseleri, camileri vs hala gasp edilmektedir.
Geçenlerde Karlova’daki Kurşunlu camiin Müslümanlara iade edilmemesi konusunda Filibe’de yapılan gösteride Muradiye camisine saldırılması, kuşaktan kuşağa geçen bu gasp alışkanlığının sadece bir örneğidir.
Bulgaristan’da Türklerin tarlaları, ormanları, hatta evlerinin de çeşitli yasal düzenlemelerle el değiştirdiği de bir gerçek…
Şimdi neden “Osmanlı egemenliğinden kurtuluş” değil de “ Türk altındaki kölelikten kurtuluş” denildiği daha iyi anlaşılıyor. Çünkü Osmanlı savaşı kaybetmiş ve Osmanlı varlıkları meşru olarak kurulan devletin eline geçmiş ve Osmanlı bir nevi varlığını yitirmiştir. Bulgaristan topraklarında kalan Türklerin malvarlıkları, Bulgaristan’ın kuruluşundaki Berlin antlaşmasında olsun ve daha sonraki uluslar arası sözleşmelerde, Bulgaristan devlet olarak, Türklerin malvarlıklarının korunacağına dair imzalar atmıştır. Buna rağmen, Türk halkının senelerdir çalışarak edindiği malvarlıkları Bulgaristan’da bazı çevrelerin iştahını kabarttığı için “Türk altındaki kölelikten kurtuluş” geçim kaynağı haline gelmiştir.
“Türk altında kölelik”, “Türkler geliyor”, “Türkler gelecek” edebiyatı yapılarak Bulgaristan’ın ilk kurulma aşamasından sonra veya daha sonraki dönemde ve bu zamana kadar gelenek haline geldiğine göre, Türkleri katlederek veya eziyet çektirerek “malı götürme” taktiği olarak sürdürülmüştür. İlk aşamada bu taktik Türklerin malvarlıkları için geçerli olsa da, Bulgaristan’da hala üretime dayalı bir sistem yaratılamadığı için, daha sonraki dönemlerde ise kendi Bulgar halkının malvarlıklarını da gasp etme taktiğine dönüşmüştür. Örnek vermek gerekirse Bulgaristan’da son dönemde yapılan özelleştirmelerde, aslan payını kimlerin aldığı herkesin bildiği bir gerçektir.
Bulgaristan’da yaşayan hemen hemen her Türk’ün evi, arabası, parası veya en az bir eşyası şu veya bu şekilde soyulmuştur. Hırsızların yakalanmamasını Bulgaristan’da yaşayan Türkler gayet normal karşılıyor ve Türkler arasında şu görüş çok yaygındır:
“Kendi adamları çalıyor, nasıl yakalansınlar…”
Adalet önünde taraflardan birisi Türk, diğeri Bulgar olsa, Türk tarafı ne kadar haklı olursa olsun dava onun lehine kesinlikle sonuçlanmaz.
Bulgaristan’da 1984-89 yılları arasında Türklere karşı yürütülen asimilasyon ve baskı politikaları uygulayan veya uygulatanlardan hiçbirisi deşifre edilip yargı önüne çıkarılmamıştır. Hatta 1984 yılının sonunda annesinin kucağında öldürülen 18 aylık Türkan bebeğin katilleri dahi deşifre edilmemiştir; aynı dönemde öldürülen onlarca Türk’ün katilleri, Belene kampının işkencecileri de deşifre edilip yargılanmamışlardır.
90’lı senelerde devlet işletmelerinin özelleştirilmesinde, Türkler, çeşitli yöntemlerle hemen hemen hiç faydalandırılmamıştır. Emeklilerin çoğu 40 yıllık çalışmaya karşılık 70- 80 Euro emekli maaşı ancak alabilmektedir. Türklerin yaşadığı bölgelere yatırım yapılmadığı için işsizlik çok büyük boyutlarda. İş bulabilen Türklerin çoğu, özelikle kadınlar, 160 Euro civarında olan asgari ücretle, erkekler Bulgaristan’ın büyük şehirlerindeki inşaatlarda zor şartlarda çalışmaktadır. Gençlerin çoğu ise, Batı Avrupa’da gurbettedir.
Bulgaristan AB üyesidir ve Avrupa fonlarından faydalanmaktadır. Bulgaristan fakir ülke değildir! Bulgaristan’da bu fonlardan ve diğer haklardan faydalanamayan Türkler fakirdir!
Bulgaristan’da yaşayan Türklerin eğitimine gelince…
Türkçe ders, yasal olarak seçmeli ders olsa da, Türk çocuklarına anadillerinde eğitim görmemeleri için çeşitli engeller çıkarılmaktadır. Örneğin 1993 yılından beri Türkçe ders kitabı basılmamaktadır. Öğretmen atamaları okul müdürlerinin insafına bırakılmış olup, okulların müdürleri genellikle Bulgar oldukları için, Türkçe öğretmenleri atanmamaktadır. Onun için Türkçe ders alan Türk çocuklarının sayısı,- o da kırsal kesimlerde – yok denecek kadar azdır.
Bulgaristan’daki eğitim sistemi, Türk çocuklarından anadilinden yoksun bir nevi çağdaş yeniçeri yetiştirmektedir.
Dini baskılar konusunda da Bulgaristan epey sabıkalı…
Aşırı unsurlar sık sık ibadet eden Müslümanlara ve camilere saldırı düzenlemektedirler. Müslümanların vakıf mallarının çoğuna devlet eski dönemlerde el koymuş olup ve iade etmemekte hala çeşitli zorluklar çıkartılmaktadır. Sofya, Kırcaali gibi Türklerin yoğun olarak yaşadığı şehirlerde ibadet için yetersiz teker cami olmasına rağmen yeni cami ruhsatlarına izin verilmemektedir.
Oysa Bulgaristan’da yaşayan Türklerin yukarıda gasp edilen hakları, Bulgaristan’ın kuruluşu ve meşrutiyeti niteliğindeki 1978 Berlin Antlaşmasında, daha sonraki uluslararası antlaşmalarda veya ikili antlaşmalarda garanti altına alınmıştır.
Bulgaristan’ın devlet olarak, bu hakları inkar etmesi, kendi meşruiyetini inkar etmesi demektir!
Seçmenlerinin çoğunun Türk olan HÖH/D(P)S partisine gelince…
HÖH/D(P)S, ilk kurulduğu yıllarda Türklerin umudu olmuş, üç dönem hükümet ortağı olmuş olsa da, aynı partiye pastadan bir dilim verilmiş olacak ki yukarıda belirtilen sorunların hiçbirisine çözüm yolları aramamıştır veya aramak istememiştir.
HÖH/D(P)S yöneticileri veya milletvekillerinin çoğu Türk asıllı olsa da, aralarında Türkçeyi rahat konuşabilen veya Türkçe okuryazarlığı olanların sayısı bir elin parmağını geçmez.
HÖH’ün açılımı, Hak ve Özgürlükler Hareketi’dir. D(P)S’nin açılımı ise, parantez içindeki (P) harfini çıkarırsak DS kalır. Bilindiği gibi aynı parti, 1993 yılından beri eski rejimin gizli servisi olan DS ajanlarının kontrolüne geçmiştir.
Tüm dünyada azınlıklar haklarını silahlı mücadele veya barışçı sokak gösterileriyle kazanmışlardır. Bulgaristan’da Türkler, 1989- 1993 yılları arasında barışçı sokak gösterileriyle bir sürü haklarını geri almışlardır. Fakat bu gösteriler. 1993 yılından sonra bıçak gibi kesildiğine göre bunun bir rastlantı olmaması gerek…
Bulgaristan’da yaşayan Türklerin hiçbir sorunu çözülmemişken, sistemin bir parçası olarak HÖH/D(P)S, Bulgaristan’ın NATO’ya ve Avrupa Birliği’ne üyeliği aşamasında, “Bulgaristan’da azınlık sorunu yok” gibi çıkışlarda bulunmuştur.
HÖH/D(P)S’ nin önceliği çoğunluğu Türklerden oluşan seçmenlerin sorunları değil, çevresinde kurduğu şirketler çemberidir. Sahiplerinin genellikle eski rejim yanlılarından oluşan şirketler çemberi, HÖH/D(P)S’ nin elindeki belediyelerde kümelenmiştir ve hemen hemen tüm belediye ihalelerini onlar alır. Böylece Türklerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde neredeyse tek işveren olan belediyeler ve onlara bağlı şirketler çemberi, korku imparatorluğu yaratmışlardır. Aynı şirketler çemberi de her seçimde kesenin ağzını açarak HÖH/D(P)S’ yi destekler, halka da aynı partiyi desteklemesi için baskı yapar. Bu kısırdöngü böyle devam eder gider… Türkler de başka alternatif olmadığı için hala aynı partiye oy vermeye devam etmektedirler.
HÖH/D(P)S’nin hakkını yememek için şunu da belirtmekte yarar var:
HÖH/D(P)S, her aralık ayında asimilasyon döneminde şehit düşenler adına, 21 Şubat dünya Anadili gününde meydanı başkalarına bırakmamak için tören düzenler. Her Aralık ayında ise, şehitleri anmak için, Mastanlı’da içkili yemek verilir. Bu yemeklere, totaliter rejim döneminde Belene kampında ve cezaevlerinde yatan eski bazı mahkumlar davet edilir. Hep birlikte Hıristiyan usulü, “Tanrı affetsin” misali alkollü kadehler kaldırılarak şehitler anılır.
HÖH/D(P)S’den sadece Bulgaristan’da yaşayan Türkler değil, senelerdir Türkiye’de veya Avrupa’da yaşayan Türkler’ de çekiniyor, “bir gün bunlara işim düşer” gibilerinden…
Görüldüğü gibi HÖH/D(P)S, Bulgaristan’da Türklerin savunucusu değil, belirli bir çevrelerin yarattığı sistemin savunucusudur; üstlendiği görevleri layıkıyla yaptığını da söyleyebiliriz. Konumuzun bir bölümü Osmanlı olduğuna göre, HÖH/D(P)S yöneticileri, hak ve özgürlük hareketi değil, olsa olsa yeni yaratılan sistemin çağdaş yeniçerileri olur…
Görüldüğü gibi Bulgaristan, Türkler için kaynayan bir cehennem kazanından beterdir…
Bulgaristan’da yaşayan Türklere, bırakın evrensel insan haklarını, 19. yüzyılda Osmanlı döneminde Bulgarlara verilen kölelik(!) hakları verilse yeter!
Durmuş Arda
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.