Yazıma 19. asırda, bir kurbağa ile yapılan iki deneyle başlamak istiyorum:
“Birinci deneyde kurbağayı, içinde kaynar su olan bir kaba atarlar, kurbağa, hemen zıplar ve kabın içinden kaçar.
İkinci deneyde ise, kurbağayı, soğuk su dolu bir kabın içine koyarlar ve kurbağanın suyun içinde öylece kaldığını tespit ederler. Daha sonra, kurbağanın içinde olduğu suyu vavaş yavaş ısıtırlar, fakat kurbağa bunu fark edemez ve su kaynamaya başladıktan sonra haşlanarak ölür.”
Sosyal bilimcilerin araştırmalarına göre, hakları birden gasp edilirse insanlar sokaklara dökülüp haklarını savunuyormuş. Fakat hakları yavaş yavaş, kademeli kademeli gasp edilirse, insanlar buna alışıyormuş ve zamanla görmezden veya fark etmemeye, bu normalmiş gibi davranmaya başlıyorlarmış…
Örnek alacak olursak, 1984-1989 yıllarında kendilerine karşı girişilen sözde “Soya dönüş süreci,” yani asimilasyon süreci, Bulgaristan’da yaşayan Türklerin üzerine kaynar su gibi dökülmüştü. Bu da ilk aşamada onları sokaklara döktü, şehitler verildi ve bu şehitlerin anısına dört sene boyunca yas tutularak düğün ve şenlikler düzenlenmedi. Nihayet ilk fırsatta, yani 1989 yılının Mayıs ayında yine sokaklara döküldüler.
Türkler sokaklara döküldükten hemen sonra, tüm haklarını geri aldılar; isimlerini, ibadet haklarını, Türkçe öğrenim haklarını vs.
Peki daha sonra ne oldu?
Daha sonra, -eski DS ajanlarının yönetimindeki HÖH/D(p)S’nin katkılarıyla- Bulgaristan’da yaşayan Türkler çeşitli yöntemlerle sokaklardan çektirildikten sonra, haklarını da yavaş yavaş gasp etmeye veya asimilasyon politikasını yeniden kademe kademe uygulamaya koydular. Türk halkına öncülük edecek aydınları ve sivrilenleri yavaş yavaş ekonomik olarak çökerterek göçe zorladılar. “Para yok” gerekçesiyle 1993 yılından sonra, Türkçe ders kitapları basmamaya başladılar ve hala da ders kitaplarını basmak için “para bulamadılar.” Türkçe öğrenim gören çocuk sayını 100 binlerden, birkaç binlere kadar düşürdüler…
GERB partisi başkanı ve şimdiki Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov’un dediği gibi, “’Soya dönüş süreci’ doğruydu, fakat yöntemler yanlıştı.” Yani “Bulgaristan’da asimilasyon devam ediyor, sadece yöntemler değişmiştir” demeye getiriyor…
Şimdi gelelim Kırcaali Belediye Başkanlığı seçimine…
Kırcaali’nin diğer bölgelerinde olduğu gibi, şimdiye kadarki HÖH/D(p)S’nin Kırcaali Belediye başkanı olan, Türk asıllı olarak lanse edilen, fakat Türk bilinci olmayan Hasan Aziz’ de asimilasyon politikalarını yavaş yavaş uygulayanlardandır. 2003 yılında ilk kez Kırcaali Belediye başkanı olduğunda, yüzlerce çocuk Türkçe öğrenim görürken, şimdi Kırcaali merkezde, tek bir çocuk Türkçe öğrenim görmemektedir. Kırcaali belediyesine bağlı tüm kreş ve okullarda, Müslüman çocuklarına domuz eti yedirilmeye devam edilmektedir.
Balkan Savaşında Kırcaali’yi işgal eden ve daha sonra binlerce Türk’ün öldürülmesine veya sürülmesine sebep olan generali, “Kırcaali fahri hemşerisi” yapmaya hevesli olan da Hasan Aziz’in ta kendisidir. Hasan Aziz’in Kırcaali merkezindeki bir parka, Aya Yorgi(Sveti Georgi) anıtı dikmeye çok hevesli olduğu da bilinen bir gerçektir.
Yani Hasan Aziz, görevi gereği, Kırcaali’de Türklüğü yavaş yavaş acısız bitirmektedir…
Şimdi gelelim benim umudum da olan GERB partisinin Kırcaali Belediye Başkanı adayı olan İliya İliev’e…
“ Benim umudum” diyorum, çünkü seçilirse doğası gereği Türklerin başına kaynar suyu dökeceğini, bu da Türkleri sokaklara hak aramak için yeniden dökeceğini umuyorum.
Bilindiği gibi İliev’in dedeleri, Doğu Trakya’dan göç etmişlerdir. Doğu Trakya göçmenleri, Balkan Savaşından sonra Kırcaali’ye geldiklerinde, yerli Türkleri sömürü halkı olarak görerek, mallarını ve haklarını gasp etmeyi kendi doğal hakları olarak görmüşlerdir ve bu “hakkı” da nesilden nesile aşılamışlardır. Bugün Kırcaali’de Türklerden mal veya hak gasp etmeyen Doğu Trakyalı göçmen neredeyse yok gibidir…
Bugün Kırcaali’deki devlet dairelerinde çalışanların kökenleri araştırılırsa, Doğu Trakya kökenlilerin ne kadar ayrıcalıklı olduğu anlaşılmış olur. Bugün Kırcaali bölgesinde çoğunluk olmalarına rağmen, devlet dairelerinde çalışan Türklerin oranı % 5’i geçmemektedir. Yani Kırcaali’de Türkler, bir nevi sömürü halkı olarak görülmektedir, Doğu Trakya kökenliler ise sömüren halk…
Onun için İliev, Kırcaali Belediye başkanı adayı olarak, seçim öncesi kendisini tanıtmak için çekilen klipte, Türklerden gasp edilen medresenin önünden başlıyor(https://www.facebook.com/cveta.karayancheva/videos/722278711212029/?autoplay_reason=all_page_organic_allowed). Etnik Türklerden oy istiyor, fakat doğası gereği, Türklerden gasp edilen bir binanın önünden mesaj vermekte bir sakınca görmüyor…
Ben onun için İliev’in Kırcaali Belediye Başkanı seçilmesini istiyorum. Dört sene içinde, İliev, ne kadar demokrat olduğunu göstermeye çalışsa da, aldığı terbiye gereği, zaman gelecek, Kırcaali’de yaşayan Türklere karşı aşırı bir harekette muhakkak bulunacaktır…
Umarım bu da Türklere, sömürüden kurtulmak için sokaklara dökülmeleri için bir vesile olur…
Çünkü dünyadaki tüm azınlıklar, haklarını parlamentolarda değil, sokaklarda kazanmışlardır!
Durmuş Arda
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.