10 Kasım 1989 yılında, totalitarizm rejimini yıkıp, tamamen özgürlüğümüze kavuşmuş sandık, ama arkamızda bıraktığımız 26 yıl, bize bunun tam tersini ispatladı ve boynumuz bükük kaldı.
Meğer 89’yılında, korkunç komünist diktasının yalnız renk değiştirdiğini, bunu takip eden daha o ilk yıllarda anlamış olduk. Ben ve Türkçülük davalarında hüküm giymiş bütün siyasi mahkumlar, o tarihlerde cezaevlerinden büyük bir sevinç ve ümitlerle çıkmıştık. Halkımızı da coşku ve sevinç içinde bulduk. Hep beraber değişimin yeline inandık ve kapıldık.
Ardino( İridere) ve Kırcaali’de büyük demokrasi mitingleri tertipledik. 1990 yılının başlarında, benim ve dava arkadaşlarımın öncülüğünde Kırcaali ilinin bütün ilçelerinde SDS (Demokratik Güçler Birliği) ve DPS (Hak ve Özgürlükler Hareketi) örgütlerini kurduk.
Doğal olarak, DPS’nin yerini SDS koalisyonunun içinde görüyorduk ve bir tek Kırcaali ilinde bu iki örgüt, kuruluş tarihlerinden sonra beraber çalıştılar. Rahmetli Jelyü Jelev’i Kırcali’deki bir mitinge davet etmiştik. Kültür Evi’nin meydanına yüz kişilik bir grup toplanabildik. Bulgar’ı da, Türkü de hala korku içinde yaşıyordu.
İlk seçimlerde aday listelerini beraber hazırladık ve seçtik. Sonuçta hedefimiz, hep beraber ortak düşmanımız olan komünistleri siyasi arenadan silip süpürmekti.
Derin Sofya’nın belirlediği sözde DPS liderleriyle birkaç defa bu mühim konuyu paylaşmama rağmen, kendileri kesinlikle SDS koalisyonuna girmek istemediler ve bu seçimlere birkaç gün kala, Kırcaali’deki bütün eski rejimin sadık elemanları devreye sokuldu ve bir gecede yeni DPS örgütleri belirlenmiş oldu. Böylece bu örgütlerde Türkün adı okunmaz oldu…
Bu beklenmeyen darbe karşısında, bizleri ileride yine çok kötü günlerin beklediğini sezmiş olduk. Sözde Türk partisinin lider kitlesindekilerin de birer eski sistemin istihbaratçısı olduğu daha o günlerde belliydi. Değişen bir şey yoktu ve halkımızın bütün demokrasi ümitleri yine suya düşecekti. Bizleri ezenler ve özgürlüğümüzü kısıtlayanlar, yine devredeydi ve yine uzaktan da olsa bizlere gözdağı vermeye çalışıyorlardı.
Bulgaristan’daki Türklerin cesur ve mert temsilcileri hiç bir zaman, kendilerini düşman karşısında ezdirmedi. Binlerce kardeşimiz, ölüm hücrelerinde inanılmaz işkenceler görmesine rağmen, yıllarca cezaevlerinde tutuklu kalmalarına rağmen, hiç bir zaman düşmana teslim olmadı ve Türklüğünden vazgeçmedi. Sözde ve sahte DPS partisi liderleri işte bu bizim kırılması mümkün olmayan Türk ruhumuzdan ve demokrasi inancımızdan her zaman çok korkmuştur ve adeta titremeye devam etmektedirler. Çünkü artık hesap verme zamanı geldi!
Bundan dolayı çoğumuzu zoraki bir şekilde yurt dışına kovdular, diğer bir kısmı da siyasetten uzaklaşmalarına sağladılar.
Aslında bizler hiç bir zaman ülkemizin düşmanı olmadık, sadece bu topraklarda demokrasinin yeşermesi için canımız pahasına mücadele ettik.
Bu anlamda şehitlerimiz oldu. Birçok gazimiz hala hayatta. İllaki günün birinde, iyi niyetli ve cesur Bulgarlarla beraber, Bulgaristan’ı, bu korkunç bataklığın içine iten mevcut siyasi yapıyı bertaraf edip, arzuladığımız özgürlük standartlarını oturtacağız.
Benim inancım bu yönde!
Birkaç gün sonra, başkent Sofya’da yeni bir partimiz kurulacak. Ben çok düşündüm ve tanıştım bu konuda. Ömrümüzün bir 26 yılını daha çalan bu yavuz ve vicdansız hırsızlara karşı topyekun mücadele etmek için, bu yeni kurulacak partiyi( DOST), Türk topluluğumuzun bütün bireyleri desteklemeli ve sahip çıkmalı.
O gün, ben ve kardeşim Lütfi ile Sofya’da bulunacağız. Buradan bütün eski dava arkadaşlarıma sesleniyorum:
Arkadaşlar, gelin ve Sofya’da mertçe sesimizi duyuralım!
Bütün mazlumların hakkı için!
Bulgaristan’daki Türklerin hak ve özgürlükleri için!
Şükrü TOPÇU
Not: Paylaştığım anı fotoğrafımda, dava arkadaşım Mustafa Mert ile beraberim, kendisini de Sofya’da görmek isterim.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.