30 yıl önce bugün, yani 1989 yılının 6 Mayıs günü, Ramazan bayramının ilk günüydü…
Rahmetli Aydın Süleyman, Raif Kocabaş isimli çocukluk arkadaşlarım ve ben, Kırcaali iline bağlı Tosçalı ile Ağmatlar köyleri arasında bulunan tarihi medrese ve camiye Bayram Namazına gidiyoruz. Fakat caminin önünde on-on beş Jivkov rejim öğretmeni ve köy muhtarı ile karşılaşıyoruz. Hepsinin gözlerinin içine bakıyorum, gerçek öğretmenler hiç konuşmadan, utanç duyguları ve çaresizlik içinde yere bakıyorlar. Yüzlerinde hiçbir utanç belirtisi olmayan kişiliksiz, lümpen görev adamı muhtar ve bazı “muallim yoldaşlar” ise kraldan kralcı, her şeyin bir dilim ekmekten ibaret olduğunu sanarak ”Gençlere camiye gitmek yasak… Bu adamlar ekmek yemiyor mu?” gibi sözler söyleyerek ve de dayılık taslayarak, bizleri camiden uzaklaştırmaya çalışmışlar, fakat başarısız olmuşlardır. Ramazan bayramı namazından sonra, aynı köy muhtarı tarafından “Camiye ibadete gittiler” gerekçesiyle, her birimize de birer ceza makbuzu yazıldı. Bende ceza makbuzuna şu notu düşmüştüm: “Bulgaristan Anayasasına göre, herkesin kendi dini ibadetlerini yerine getirme hakkı vardır, yazılan ceza dayanaksız ve yasadışıdır”
Daha önce, Ağustos 1988 yılında, Macaristan Budapeşte’deki Türkiye Büyükelçiliği’ne yaptığım siyasi sığınma talebim de göz önüne alınarak, birileri beni rejim için tehlikeli görmüş olacak ki, bu olaydan hemen 10 gün sonra, rejimin DS(Jivkov rejiminin gestaposu) mensupları, Kırcaali’de oturduğum eve gelerek, polis dairesine davet ettiklerinde, “ailenizle birlikte Bulgaristan dışına çakabilirsiniz, pasaport işlemlerinizde sorun çıkmayacak” dediler ve “Türkiye’ye gitmek isterseniz vize almanız gerekiyor, ancak Avusturya, Belçika ve İsveç’e vizesiz gidebilirsiniz” diye ilave ettiler.
Şimdi, “Ben 1989 yılının Haziran ayının başında, Türkiye’ye vizeyle geldim” dediğimde, kimse inanmak istemiyor… 1989 yılının 20 Mayıs günü, Türkiye vizesi için başvurdum. O zamanlar şahısların Filibe’deki Türkiye Başkonsolosluğuna vize için başvurma hakları yoktu. Ancak Filibe Belediyesinde “Vize Bürosu” vardı. O “Vize Bürosu” sizin adınıza vize için başvuruyordu. Türkiye vizeli pasaport da, 1989 yılının 29 Mayıs günü ancak elime geçti… Yani Jivkov’un “Türkiye sınırları açsın…” ve Özal’ın da “Sınırlarımız açıktır, Jivkov’ da gelsin…” dediği gün.
1989 yılının Haziran ayının ilk günlerinde, Kapıkule sınır kapısı o kadar rahattı ki, Türkiye’ ye benimle giriş yapan sadece iki aile daha vardı. Bunlar aileleriyle birlikte, Turgay ve Gebeç lakaplı, Belene mağduru arkadaşlardı… Yani göçün ilk günleriydi ve Kızılay hala can başına 50’şer Dolar yardım yapıyordu…
Aradan bir hafta geçti, sınırlar, okullar, çadırkentler, akraba evleri, göçmenlerle doldu taştı…
Bir müddet seslendikten sonra, ibadet edilmesin diye cami önlerinde nöbet tutanlar da geldi Türkiye’ye… Birkaç sene sonra ise, yani Bulgaristan’da köpeklik yaptığı rejim tarafından aç bırakıldıktan sonra, lümpen muhtarın da Türkiye’ye göç ettiğini duydum.
Nereden nereye…
Şimdi birileri çıkıp, bana, “Kendi hemşehrimizin, kendi insanımızın zaaflarını neden yazıyorsun, yazmasan daha iyi olur” diyor.
Bende kendilerine şunu söylemek istiyorum:
Hiç kimseyle şahsi sorunum yok. Ancak geçmişten ders çıkarmak, geleceğe ışık tutmak için yazıyorum ve yazmaya da devam edeceğim!
Durmuş Arda
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.