Türkiye’de 21 senelik AKP iktidarında yürütülen kutuplaştırma siyaseti sayesinde, 17- 25 Aralık 2013 operasyonlarını objektif açıdan bakan pek yoktur.
İktidar yanlıları bu operasyonlara, – bazı delilleri göz ardı edip- “hukuk darbesi, FETÖ darbe girişimi” deyip geçiştirmeye çalışıyorlar.
Gülen cemaati yandaşları ve muhalefet ise dönemin başbakanı, bakanları, bürokratları ve onların yakınlarının ” hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet, görevi kötüye kullanma, ihaleye fesat karıştırma, kaçakçılık” vs gibi soruşturmalarının üstünün kapatıldığını belirtiyorlar.
Her iki taraf da haksız değil, ancak tamamen haklı da değiller!
17- 25 Aralık 2013 operasyonlarının iki ayağı vardır; Birisi Amerika’nın İran’a koyduğu ambargo kararının Halk Bankası aracılığı ile delme, ikincisi de İmar yolsuzluğu ayağı…
İddialara göre, İran ambargosunu delme ayağında İran, Moldova ve Türkiye vatandaşı olan Reza Zarrab( Türk kimliğindeki ismi Rıza Sarraf) gibi İran doğumlu işadamları, Halk bankası üst yönetimi, dönemin bazı AKP milletvekilleri, bazı yakın akrabalarıyla birlikte dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ve yine yakın akrabalarıyla birlikte dönemin üç bakanı karışıyor. Bunlar İçişleri bakanı Muammer Güler, Ekonomi bakanı Zafer Çağlayan ve Avrupa Birliğinden sorumlu bakan Egemen Bağış…
Yine iddialara göre, İmar yolsuzluğuna ise, yine dönemin bazı AKP milletvekilleri, yine bazı yakın akrabalarıyla birlikte dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, yakın akrabalarıyla birlikte dönemin Çevre ve Şehircilik bakanı Erdoğan Bayraktar, genellikle Karadeniz bölgesi kökenli bazı işadamları karışıyor…
Yapılan aramalarda, Dönemin İçişleri bakanı Güler’in oğlu Barış’ın evinde para sayma makinesiyle birlikte 400 bin lira, 320 bin avro ve 90 bin dolar, Halk bankası genel müdürü Süleyman Aslan’ın evindeki ayakkabı kutularından 4,5 milyon dolar çıktı.
Dönemin Başbakanı Erdoğan’ın oğlu Bilal’ın evi sıkı bir koruma altına alındı ve yandaş basına, arama yapmaya gelecek olan polis veya savcı olursa “vur” emri olduğu sızdırıldığı için evi aranamadı.
Donemin Ekonomi bakanı Zafer Çağlayan’ın oğlu Kaan, bakan olan babasıyla aynı evde oturduğu için, onun evi de aranamadı.
Peki, İran ambargosu nedir ve nasıl delindi?
Bilindiği gibi Amerika(ABD), 2010 yılında nükleer programını durdurmadığı için İran’a ekonomik ambargo uygulanması kararı alıyor, 2012 yılında bunu daha da sertleştiriyor ve buna uymayan tüm dünya ülkelerini cezalandıracağını ilan ediyor; Türkiye, Çin, Hindistan gibi ülkelerin İran’a petrol ve doğal gaz açısından bağımlı olduğunu bilerek, bu ülkeleri bu ambargodan kısmen muaf tutuyor. Ancak İran’ın bu ticaretten elde ettiği parayı, sadece ilaç ve temel gıda maddeleri dışında kullanmasını yasaklıyor ve aynı ülkelerin bankalarında bloke edilmesi şartını getiriyor. Yani nakit paranın İran’a girmesini yasaklıyor.
İran Ulusal Petrol Şirketi (NIOC), Tüpraş’a ham petrol, Botaş’a ise doğalgaz satışı yapıyor. Bu satıştan sağlanan gelirler NIOC’nin Halbank’taki hesabına yatırılıyor. Ancak, Amerika’nın İran’a uyguladığı ambargo nedeniyle, bu hesaplarda milyarlarca dolar birikiyor.
İran devleti de bu paraları, kendi ülkesine getirme çabasında…
Bu nedenle İran merkez bankası, ailesiyle birlikte altın ticareti yapan Reza Zarraf’a, – komisyon karşılığı – bu paraları İran’ın dış harcamalarında kullanılması için 2011 yılında yetki veriyor.
Reza Zarrab’ın Amerikan mahkemesindeki ifadesinden ve açık kaynaklardaki ses kayıtlarından özetle şunları öğreniyoruz:
Reza Zarrab, ilk önce Avrupa’dan sorumlu bakan olan Egemen Bağış ile temasa geçerek Aktif bank ile İran ambargosunu delmeye çalışıyor, fakat bu bankanın kapasitesinin düşük olduğu anlaşılınca, Halkbank genel müdürü Süleyman Aslan ile temasa geçiyor. Halkbank uzmanları ile yapılan istişare sonucunda şöyle bir formül bulunuyor:
İran merkezli Sermaye Exchange şirketi kurulacak. Bu şirket Halkbank’ta hesap açacak ve NIOC’un Halkbank’taki hesabından bu şirketin aynı bankadaki Sermaye Exchange hesabına, oradan da Reza Zarrab’ın Türkiye’deki şirketi Royal Group hesabına aktarılacak. Reza Zarrab, bu paralarla Türkiye’den altın alıp, Dubai’ye ihraç ederek İran’ın hizmetine sunacak.
Ancak Halkbank yönetimi, buna siyasi destek olması gerektiğini düşünüyor. Onun için dönemim Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan ile temasa geçiliyor. Çağlayan, % 0,3 komisyon karşılığı bu formülü onaylıyor. Bu arada İçişleri bakanı Muammer Güler ile de iyi dostluklar kuruluyor.
Yine açık kaynaklardaki ses kayıtlarından, Nisan 2013 yılında Zafer Çağlayan’ın oğlunun düğününde, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın onayı da alınıyor. Bazı kaynaklar, Erdoğan’ın da hayli yüksek bir komisyon alığını iddia etseler de, bu kanıtlanmamıştır. Egemen Bağış’ın, Reza Zarrab’ın ofisinden bavullarla çıktığı görüntüler mevcut. Gülen yapılanması mensupları, bu bavullarla Erdoğan’a komisyon paraları taşındığını iddia ediyorlar. Ancak Erdoğan’ın, 17 Aralık günü, oğlu Bilal’ı arayarak, “Muammer beyin, Zafer beyin evinde aramalar yapılıyor, elindeki paraları sıfırla…” gibi sözler sarf ettiği ses kayıtları hala dolaşımda…
Amerikan mahkemesinde Reza Zarrab, Zafer Çağlayan’a 45- 50 milyon Euro komisyon ödediğini, kendisinin ise 2012-2016 yılları arasında % 0,4-0,5 komisyonla 100-150 milyon dolar kazandığını itiraf ediyor. Bu hesaba göre, 17 Aralık operasyonuna kadar 15-17 milyar Euro ile ambargo delinmiş ve İran’a aktarılmış. Daha sonraki 2016 yılına kadar miktar düşse de, toplamda 20-30 milyar dolar değerinde altın İran’a aktarılmıştır.
Ben şahsen, siyasilerin bu olayda komisyon almasını etik bulmasam da, İran ambargosunun delinmesinde Türk ekonomisinin fayda sağladığını düşünüyorum, çünkü kaba taslak 20-30 milyar dolar değerindeki döviz, Türkiye’de kalmıştır.
Amerika’nın koyduğu İran ambargosu tabi ki delinmeliydi, fakat bunu siyasetçiler değil, siyasetçilerin gizli desteğiyle istihbarat kadroları tarafından yapılmalıydı…
Amerika, ikide bir bizim İran, Irak, Suriye, Rusya gibi yakın komşularımıza ambargo koyarken, Türk ekonomisine büyük zararlar vermektedir.
Üstelik Amerika’nın kendi koyduğu ambargoları delip delmediğini kontrol eden yok. Geçmişte Amerika, İran’a koyduğu ambargoyu kendisi delmiştir.
Örneğin 80’li senelerde, dönemin ABD başkanının güvenlik danışmanı Yarbay Oliver North, molla devriminden sonra İran’a konulan ambargoya rağmen, İran’a silah satışı organize etmiş ve elde edilen gelirle Nikaragua’daki solcu Sandinistlere karşı savaşan sağ görüşlü kontrgerillalar desteklenmiştir. Bu olay tarihe İrangate olarak geçmiştir ve ortaya çıkaran da bir Lübnanlı gazeteciydi.
ABD, kendi en yakın komşuları olan Kanada ve Meksika’ya ambargo konulmasını ister mi?
17-25 Aralık İmar yolsuzluğuna gelince…
Yine iddialara göre, dönemin bazı AKP milletvekilleri, yine bazı yakın akrabalarıyla birlikte dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, yakın akrabalarıyla birlikte dönemin Çevre ve Şehircilik bakanı Erdoğan Bayraktar, genellikle Karadeniz bölgesi kökenli bazı işadamları karışıyor…
Ortalıkta dolaşan ses kayıtlarında, dönemin başbakanı Erdoğan, yine oğlu Bilal ile konuşurken rüşvet vermeyen işadamları için “ kucağımıza oturacaklar” diyor ve oğlunu yönettiği vakıflara kaynak aktarılmasını talep ediyor. Tabi ki bunlar iddia, mahkeme kararıyla kanıtlanmamıştır.
Ancak dönemin Şehircilik ve Çevre Bakanı Erdoğan Bayraktar ile Rizeli işadamı Emrullah Turanlı aralarındaki şu ses kaydı çok ilginç:
“E.B: Başbakanımız diyor. Emrullah diyor. Müslüman uşaktır, iyi uşaktır, hayrı sever, yardımcı ol diyor.
E.T: Bakanım, Allah sizden razı olsun!
E.B: Ya neyse ya, sen bu Okmeydanı Sigorta Hastanesi’ni mi almışsın, ya bizim Ruhan’a onun yıkımını verebilir misin?
E.T: Tabii bakanım ne demek, emrin olur! Bakanım, bir hayrına bu harcı tabii istedikleri kadar alıyorlar da sen nasıl emredersen öyle yapacağım zaten…
E.B: Ha senden aşırı bir şey isterlerse öyle, o zaman bize haber verirsin, ona bakarız, yasal çerçevede iniyorsa aşağıya indiririz, bir bak, şey yap…”
17 Aralık operasyonundan sonra, Erdoğan Bayraktar, “Benimle ilgili olan tüm ses kayıtları gerçektir, ne yaptımsa başbakan Erdoğan’ın emriyle yaptım” itirafında bulunduğuna göre, bu konuşmadan, devlet ihalelerinin kendilerine göre Müslüman uşakların(Karadeniz kökenli) çemberinde döndürdükleri anlaşılıyor.
17-25 Aralık operasyonu, – haddini bilmeyen- yargıda, emniyette ve silahlı kuvvetlerde kısmen örgütlenen Fethullahçı savcı ve polisler tarafından, yasama, yürütme gücünü tamamen elinde tutan dönemin AKP hükümetine karşı yapılan bir darbe girişimiydi.
Daha sonraki dönemde, haddini bilmeyen Fethullahçı yapılanmaya, dönemin Başbakanı Erdoğan ve AKP hükümeti tarafından haddinin bildirme dönemi başladı…
17-25 Aralık operasyonunu yürüten Fethullahçı Celal Kara, Mehmet Yüzgeç ve Zekeriya Öz gibi savcıların ve yine Fethullahçı polislerin görev yerleri değiştirildi.
Buna rağmen, Türkiye’nin diğer ucundaki Fethullahçı savcı, polis ve jandarma ekipleri, 2014 Ocak ayının başlarında Hatay’ın Kırıkhan ve Adana Ceyhan ilçelerinde, Suriye’ye silah taşıdıkları gerekçesiyle MİT(Milli İstihbarat Teşkilatı) TIR’larını durdurmaya çalıştılar.
Yani 17-25 Aralık operasyonundan sonra, dönemin AKP Hükümeti ile Fethullahçı yapılanma arasındaki savaş had safhaya ulaştı ve 15 Temmuz 2016 darbe girişimine kadar sürdü…
17-25 Aralık operasyonunun en iyi tarafı ise, Fethullahçı basın, polis, yargı şeytan sacağı kırıldı ve 2014 Mart ayından sonra, Ergenekon, Balyoz gibi kumpas davalarıyla cezaevlerine tıkılan Türk ulusal bilinci yüksek sivil ve subayların serbest bırakılmaya başlanmasıyla, bu davaların arkasında dönemin hükümetinin de olduğu kanıtlanmış oldu. Çünkü 2014 Şubat ayının sonunda Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu(HSYK) kanunu değiştirildi…
Yani yasamayı eline tutan AKP, bunu daha önce de yapabilirdi. Ancak 17-25 Aralık operasyonlarında sıkıştıktan sonra yaptı…
Dönemin hükümeti, dönemin Türkiye Barolar Birliği başkanı Metin Fevzioğlu’nun desteğini de almış olacak ki, 2014 Ekim ayında yapılan HSYK seçimlerinde, bu kurumda çoğunluğu sağladı(Metin Fevzioğlu ve AKP iktidarının yakın ilişki içinde olduklarını, Metin Fevzioğlu’nun 2021 yılında Türkiye Barolar Birliği başkanlığını kaybettikten sonra, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Büyükelçisi atanmasından sonra anlaşıldı)…
Bundan sonra, dönemin AKP hükümeti, Fethullahçı yapılanmasına karşı baskıları arttırdı; Fethgullahçı sermaye, basın, dershaneler vs, bundan nasibini aldı.
Fethullahçı yapılanmasının son çırpınışları, 15 Temmuz 2016 yılındaki darbe girişimiyle son buldu…
Böylece, çalınan sınav sorularıyla savcı, yargıç, polis, jandarma, öğretmen vs olan Fethullah Gülen cemaati yandaşlarının ne kadar boş olduklarını görmüş olduk.
Peki, Türkiye, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra güllük gülistanlık mı oldu?
Hayır!
Cumhurbaşkanı Erdoğan’da bir eksen kayması oldu, marjinalleşti… Türkiye’de nispeten demokrasi olan sistemi, totaliter rejime dönüştürmeye başladı.
Erdoğan’da bir güvensizlik oluştu…
Bugün, Türkiye’de bakanların, bürokratların, Cumhurbaşkanlığına bağlı başkanlıkların, devletten ihale alan işadamlarının, yargının, emniyet kuvvetlerinin, hatta suç örgütlerinin çoğu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendisi gibi Karadeniz bölgesi kökenlidir!
Bu kadroların liyakati ortada, bugün Türkiye, dünya rekabetinden çok uzak, her bakımdan 90’lı senelerin gerisindedir. Son 5 senedir ekonomi neredeyse çöktü…
Bugün, Türkiye’nin yarısından fazla(47 milyon) insanın yaşadığı ve çağdaş medeniyetin beşiği olan Marmara ve Ege bölgesi kökenli tek bir bakan yoktur!
Maalesef, Türk ulusal bilinci yüksek yetenekli kadrolar saf dışı bırakılarak, bugün Türkiye, Osmanlı dönemindeki Balkan savaşı öncesi kutuplaşmaya benzer bir duruma düşürülmüştür.
Allah, Türk ulusunun sonunu hayır etsin!
Durmuş Arda
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.