Adımız var, sanımız yok bizim. Pehlivan soyundanız ama gücümüz yok. Gidiyoruz işte alamete doğru!
Neden toparlanıp gerçek bir topluluk olamıyoruz? Herhalde, iki kişi bir araya gelip, üçüncüsünün mezarını kazmaktandır. Çoktan ölü toprağı serpilmiş bizim üzerimize de, haberimiz yok…
Deliorman, Kırcaali bizim derken, Bursa, İzmir ve İstanbul bize mesken olmuşken, kendimizden başka herkesi baş tacı ederken, neden aramızdaki selamı kelamı kestik? Zor durumdakinin kapısını ve yüzünü unuttuk.
Dedelerimiz bize selamı, saygıyı, paylaşımı ve kardeşliği hiç öğretmedi mi? Ben iyi olayım, kazançlı çıkayım, gerisi neyime görüşü, bir çoğumuzun zihnine adeta kazınmış, halbuki bıçağın kemik sapı elimizde ve kendi istikbalimizin önünü kıtır kıtır dilimlemeye devam etmekteyiz…
Alın teri dökmeden, iyi niyet edinmeden, kimse saygın bir kişiliğe sahip olamaz. Çalıp çırpmakla, işportadan takım elbise giymekle, ne vekil olunur, ne de mahalle muhtarı. Eskiden,”Üstü forma, içini hiç sorma!”diye bir laf ederdi rahmetli Şükrü dedem. Görüldüğü gibi hala boş kafalı zirzopların elinde bütün saltanat ve caka.
Vaktinde bizim dağ başında Kafalılar, Setereliler ve Topal Yusuflar nam salmış yürümüş. Bunların eşkıya mı, halk savunucusu mu oldukları pek bilinmiyor.
Efsaneler bir yana ama bugünün başıbozuklarına ne demeli? Millet adına siyasete soyunanın tek idolü var, o da Delyan Peevski. Herkes, kendi şişirdiği egosuyla birer küçük Delyanço oluvermiş ama etrafında söğüşlenecek birileri de pek görünmemekte…
Uyanıklar ve dürüstler, bu cahil şürekaya itaat edeceğine alıp kaçmış buralardan. Kalanların bir kısmı ise kör ve sağır rolünü bayağı iyi oynamakta.
Bir de belediyelerin “evlatlık edindikleri” bulunmakta ama onlar her an teyakkuz halinde ve diken üstünde. Yanlış bir adım, yanlış bir söz ve tatlı evlatlık serüvenine son! Bu korkutucu ilkeye sadık kalmaya mecburlar, iliklerine kadar işlemiş korku ve tereddütlerden dolayı, artık onları bizden saymasak ta olur, çünkü Karakaçan köpeği iktidar geçse, anında onun safına geçecekler…
Onlar, çalışsalar da, çalışmasalar da devletten maaşlarını alıyorlar ve gece gündüz şişirilmiş Peevski balonunun patlamaması için,kilisede zangoçluk yapmaya bile hazırlar.
Geçen bayram namazında, Kırcaali’de, Türkiye Konsolosu, Peevski yanlısı “koskoca” muhtarın elini sıkmamış. Adeta onu da yok saymış. Gestapo’nun tayin ettiği bütün sadık elemanları da. Bunun dedikodusunu ne sokakta işittik, ne de tek bir yerel medyada okuduk. Bu işgüzarlık, korkunun ve yalakalığın başka cins bir tartışılmaz ürünü…
Gestapo’nun adamları görmezlikten geliniyor, fakat onlar ise bir çok köyün ortaçağı manzarasını “görmemekte”. Dağdaki Türk köylerinde daha içme suyu kanalizasyonu bile yok. Kuşlar misaliyiz, kim nereden bulursa, oradan su içiyor – bazen bulanık, kumlu ve tozlu. Tabi ki, Peevski’nin sırdaşları, “Devin” markasından başkasını ağzına sürmüyor.
Yaşlı kadınlar sırtlarında ormandan odun ve çalı çırpı, uzaktaki tarlaya çuvallarla hayvan dışkısı taşımakta. Hangi çağda yaşamaktayız?
Neden hala insanımızı sırtında hayvan dışkısı taşımaya mecbur ediyoruz?
Bu insanların ne içtiklerini, ne yediklerini bilen var mı?
Al sana başka bir Brüksel lahana turşusu!
Dağ başında yüksek “tokçeli”(topuklu) ayakkabılarla hava atan, Saliha Emin, sizin arkanıza hiç gazal(kış günleri hayvanların altına atılmak için toplanan kuru yaprak) çuvalı yüklediler mi?
Sana soruyorum, 50 000 avro maaş alan Filiz Hüsmen? Ya siz Necmi Ali ve İlhan Küçük, AB parlamentosunda suyu olmayan bu köylerden, sırtında hayvan dışkısı taşıyanlardan hiç bahsettiniz mi?
İşte bundan haklıymış dedem. Dışı forma ama içini sorma, derken.
Bir de, Ahmet Doğan’ın sırtına bir eşek yükü odun yüklemek isterim ben. Belki de, herkesi eşek oğlu eşek sanmayı bırakır ve defolup gider…
Mümin TOPÇU
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.