Emekliliğimle ilgili kafamda birkaç proje üretmiştim. En nihayet onlardan birini yeğledim. Babaocağına gidip büyük şehirlerden, dedikodu ve sahtekarlık ortamlarından uzaklaşarak bir nebze kafamı dinlendirecektim. Hem de çocukluğuma, erinlik çağıma konuk olmak ne güzel bir şeydi…
Zaten gözümü açıp kapayana dek, gelip geçen çocukluğumu da doğru dürüst yaşayamamıştım. Nice meraklarım ya hayal dünyasında donup kalmış, ya da başlamış bitirememiştim.
Torbamı kalın kalın kitaplarla doldurdum ve yanıma da bir çakı aldım…
Canım çektikçe kimi Viktor Hügo’nun başına oturuyor, kimi de Gogol’ün o ölümsüz kahramanlarıyla şehir şehir dolaşıyordum.
Bu da canıma geçince, çakımı alıp hemen köyümüzün yanı başındaki ormana dalıyordum. Bu ormanlara gitmeklerle başıma iş açacağımı da nerden bileyim?
Ağaçlar arasına daldığımda kuşlar, benim bir yabancı olduğumu fark edince dakikasında konserlerini yarıda keserek uçup gidiyorlardı. Kertenkeleleri aniden rahatsız edişimden olacak, patikadan yana çekilip yeşil yeşil bakışlarıyla beni bir süre daha gözlüyorlardı.
Kestiğim birkaç değnek yayıma ok olacaktı.
Evime ulaşınca giriş kapısı yanındaki oturağa yan gelip, onları bir güzelce tımar ediyorum.
Derken gelip geçenler arasında bir gün, elinde bir değnek, iki büklüm, yaşlı bir ninecik dikkatimi çekti,
“Olamaz! Kesinlikle olamaz!” dedim. Yaşlı kadın, benim delikanlılığımda ilk sevgilim Hüriye’ye benziyordu. Benzemesini bir yana bırak. Aynen, ta kendisi idi!
Kısaca hal hatır olduk. Kadıncağız elindeki çomağı doğrultarak, çukurlarına gömülmüş ışıltılı gözleriyle beni bir güzelce süzdü:
-Gene görüşürüz, dedi. Elindeki gelişigüzel yontulmuş çomağa dayanarak, yoluna devam etti.
Ardından bir hayli bakışlarımı alamadım. Evet, Hüriye benim ilk sevgilimdi. Daha doğrusu ilk merakım, göz belam…
Elbet, ben bir fakir oğlu, o zengin kızı… Aile kurmamız mümkün değildi. Bilirsiniz, hele bir köy yerinde…
Acele yerimden fırladım. Soluğumu ormanda aldım. Kızılcık dallarından Hüriye’ye mükemmel bir değnek hazırladım. Eliyle dayanacağı, tutunacağa yere belirli belirsiz bir “yürek” oymayı da ihmal etmedim.
Ertesi gün yaşlı anneye bastonu uzattım. Teşekkür yerine bir gülümsedi, bir gülümsedi. Ancak benim duyabileceğim kadar, ” Sen hiç değişmemişsin, hep öyle insancıl, alçak gönüllü…” dedi.
Bir sonraki gün bu baston yüzünden başıma geleceklerden habersizdim. Böyle bir aksiliği hiç aklımın ucundan dahi geçirmemiştim. Eşi Hamza olayı bambaşka yerlere taşımıştı:
-Sen kim oluyorsun, benim Hatun’a baston hediye edecek?- diyerek karşıma dikilmesin mi.
İki elimle başımı tuttum, kaldım. Nutkum da tutuldu.
– Mahkemeliksin, kardeşim, mahkemelik!- diye gelip geçenlerin de işitebileceği sesle bağırıyordu.
Dünya başıma yıkıldı. Bir haftadan beri huzurum temelli kaçtı. Nedeni de sırf bir değnek.Bildiğin ağaç parçası!
Şimdi, mahkemeden celp kağıdı bekliyorum…
Mehmet Alev
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.