DOLAR 35,6878 0.13%
EURO 37,4911 0.7%
ALTIN 3.178,670,76
BITCOIN 3730887-0.31635%
Kırklareli

PARÇALI BULUTLU

SABAHA KALAN SÜRE

Bulgaristan’da asimilasyon ve zorunlu göç…

Bulgaristan’da asimilasyon ve zorunlu göç…

ABONE OL
7 Eylül 2024 21:11
Bulgaristan’da asimilasyon ve zorunlu göç…
0

BEĞENDİM

ABONE OL

1985 yılının ilk günleri… Bir akşam saat 20.00 civarı…

Hatırımda kalan kararmış hava ve derin sessizlik…

Köyde böyle sessizlik insanı yorar…

Dünyadan kopmuş bir yer gibidir… Issızdır…

Çok nadir geç kalmış bir araba veya misafirlikten dönen birileri geçer ve karanlıkta kaybolurlar ve sadece ev içindeki konuşmalar devam eder…

Televizyona dalınca da evde de herkes susup yayına dalar… Tam dalmışız bir araba sesi duyduk… Uzaktan aldık bu sesi, akşamın ıssızlığında…

Araba yaklaşıyordu ve bizim evin önünde durdu. Doğal olarak hemen çıktık dışarı. Muhtarlığın arabasıydı. Şoför, benim ve eşimin muhtarlığa gelmemiz istendiğini söyledi. Sebebini sorunca da “ben birşey bilmiyorum emir kuluyum” dedi ve minibüs olan aracın arka kapısını açtı.

Ürktük!

Türklere yapılan isim değiştirme baskılarını duymuştuk. Sıra bize gelmişti belli ki. “Gelmiyoruz bu saatte” deyip, diklendi eşim, “Sabahın suyu mı çıktı?” diye de sordu. “Kararı sen vermiyorsun” dedi, aracın içinden bir ses. İki bekçi ellerinde silahlarla arabanın içinde oturuyorlardı. Hep tanıdık konu komşu. Neler oluyor sorumuza da sadece omuzlarını kaldırıp gözleri ile “oturun “ işareti yaptılar. 25-26 yaşlarındayız. Evde uyumuş iki çocuk ve korkudan titreyen anne babamız. Neden alındığımızı tahmin ediyor ve bekliyorduk zaten. Er ya da geç bu olacaktı , bizim de sıramız gelecekti. Gözümün önüne Almanya’da Nazilerin Yahudileri toplama sahneleri geldi. Nasıl da benziyordu. Aynı sahne, aynı korku , aynı titreme. Sadece bizi alacaklardı. Sonradan anladık ki, ilk önce aydın kişiler alınmış hep; doktorlar, hemşireler, öğretmenler…

İlk bizlerin önüne isim seçmemiz için Bulgar isimlerini içeren listeler atılmış ve “birer isim seçin” denmiş. Aynı minibüs insan taşımaya devam ediyordu. Bekleme odası doldu ve komünist partisi sekreterinin ( dönemin en önemli adamı) de olduğu odaya teker teker çağrılıyorduk. Kurtuluşu yoktu bu işin. İntikam düşüncesi ile insanlar saçma sapan, Bulgarların bile kullanmadığı isimleri yazdırıyorlardı; Huban, Belin , Demir…

Bir kaç gün içinde herkesin ismi değişmişti. Garip olanı da şuydu ki:  Kuzenler farklı SOYADI isimleri seçmiş , kardeşlerin bile baba isimleri aynı değildi. Daha o zaman bu tuhaflık bizi şüpheye düşürmüş ve geçici olacağı umudu vermişti aslında. Arşivler saklanacaktı kesin, çünkü kimin kim olduğu belli değildi . Birbirimize kendi isimlerimizle hitap ediyorduk ,çalıştığımız yerde bize nasıl davranacaklarını bilemiyordu arkadaşlarımız. Kendi isimlerimizi kullanmak kesinlikle yasaktı. Sadece yeni verilen isimler geçerliydi. Her yerde bunu takip eden ajanlar dolaşıyordu. Cezalar uygulanıyordu. Sağlık ocağına gelen Türkler bizimle Türkçe konuşamıyor, yanlarında torunlarını tercüman olarak getiriyorlardı. Hasta şikayetlerini Türkçe anlatıyor, çocuklar, Türk olan bize Bulgarcaya tercüme etmeye çalışıyorlardı. Dilimizi konuşmanın yanında milli kıyafetler, ibadetlerimiz , sünnet ve müziklerimiz de yasaklanmıştı. Defalarca gece yarıları gizli sünnet olmuş hayati tehlike geçiren kanamalı çocukları kurtarıyorduk. Hastaneye götüremiyorduk hapis cezalarından dolayı ve başlarında sabahlıyorduk. Çocuklarımız perişan olmuşlardı. Neden okulda Türkçe evde ise Bulgarca konuşmaları yasaktı. Kesinlikle Bulgarca konuşulmuyordu evimizde. Evimiz, sözümüzün geçtiği tek kalemizdi. Öyle bir yasak uygulamışız ki , çocuklarımız Bulgar dilinden nefret etmişti ve göç ettikten sonra da senelerce tek Bulgarca kelime kullanmak istememişlerdi.

Seneler geçiyordu…

Yeni doğan çocuklara doğrudan Bulgar isimleri konuyordu. Türkçe konuşmak kesinlikle yasaktı. Uyarı cezasın almadığımız gün yoktu. Sadece uyarılıyorduk, fakat herkes hatanın farkındaydı. Yönetimde olanlar,  bu şekilde sonuç alınamayacağını biliyorlardı, fakat onların çoğu da emir kuluydu. Önceki yazılarımda hep yazmıştım, “aynı ortamı paylaştığımız Bulgar arkadaşlarımızla asla sorun yaşamıyorduk ve şu an da yaşamıyoruz” diye .
Süreç 4 yıl sürdü. 1989 yılında önemli bir kararla Türkiye sınırlarını açtı ve sözde “Büyük Gezi” başladı. İsteyen Türkiye’de 3 ay kalabilecekti . “Gezi” diyorlardı, fakat vagonlarla ev eşyalarımızı almaya da izin veriliyordu.

Emniyet müdürlükleri önlerinde sabahlıyorduk pasaport alabilmek için. Rüşvet veriyorduk bir an önce tren biletine sahip olabilmek için. Sahip olmak için 15 yıl sıra beklediğimiz yeni sayılan arabalarımızı, hurda durumunda olan eski araçlara değişiyorduk, çünkü üç seneye kadar yeni araçlarla göç etmemize izin verilmiyordu. Evlerimizin kapılarını kapatıp arkamıza bakmadan çıkıp gidiyorduk. Gözümüz hiçbir şey görmüyordu.

Ne gezisi?

Hayallerimiz gerçek oluyordu.

Önceden göç etmiş ailelerimize kavuşacaktık. Annelerimiz bizi emzirirken fısıldadıkları, “Bir gün mutlaka Anavatınımıza gideceğiz “ sözleri gerçek oluyordu, fakat ailelerimiz yine parçalanıyordu. Çocukları askerde olanlar gelemiyordu, ama gönderenlerin fikir değiştirmeden, bir an önce çıkıp gitmemiz için bizi yüreklendiriyorlardı. Buruk sevinci ve üzüntüyü bir arada yaşıyorduk. Duygularımız paramparçaydı. Bir yandan daha önce göçen akrabalarımıza kavuşma sevinci ve heyecanı, diğer yandan Bulgaristan’da kalanlardan ayrılma üzüntüsü.

Biz ne yapmıştık da bunu hak etmiştik? Azınlıkların kaderi miydi yaşadıklarımız? Her göçte ayrılan aileler ve parçalanan yürekler…

Ve 6 Temmuz 1989 tarihi hayatımızın dönüm noktası olmuştu. İyi ki de oldu.
Özetlediğim hikayemiz bununla bitmiyor tabi ki. Herkes kendi hikayesini hatırlamıştır yazımı okurken. Akşam saat 20.00. Bizimki yanlarında basit kalan, ne hikayeler vardır…

Önemli olan sorular şunlardır aslında:

Bulgaristan’da günümüzde asimilasyon gerçekten bitmiş midir, yoksa gizli bir faaliyet devam mı etmektedir?

30 yıllık zaman içinde anayasal azınlık haklarımızın ne kadarı iade edilmişti?

Demokrasinin ilk yıllarında coşku ve umutla daha sonraları her seçimde korkutulduğumuz asimilasyonun geri gelmesi ile oy verdiğimiz parti bizim haklarımızın ne kadarını koruya bilmişti, korumak istemiş miydi?

Yapılmış olan yanlıştan dönülmesi gerçekten Türklerin desteklediği partinin başarısı mıydı, yoksa diğer partilerin aldığı bir karar mıydı?

Seçim öncesi yapılan mitinglerde neden her defasında bizleri eski günlerin geri gelebileceği hikayesi ile korkutuyorlardı?

Böyle bir tehlike mi var hala?

Desteklediğimiz parti yönetiminin bildiği ve bizimle paylaşamadığı tehlike neydi?

Çocuklarımız neden sağlıklı bir program ile anadilinde eğitim alamıyorlar?

Hangi amaçla bu yıllar içinde okulda Osmanlı Dönemi, şimdiki Türk nesillere karşı kin ve düşmanlık aşılayacak şekilde aktarılmıştı?

Bilinçli uygulanan ve Türk azınlığını yavaş yavaş eritme politikası mı yürütülüyor hala?

Bulgaristan’ın azınlıklar için imzaladığı ve uyması gereken AB Direktiflerini kim kontrol ediyor ?

Maalesef, yazacak ve sorgulanacak daha çok şey var!

Leyla Öner

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP

SON DAKİKA HABERLERİ

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.