Doksanlı senelerdeki en son Demirel hükümeti döneminde, Türkiye’nin Ermenistan’a buğday yardımı yaptığını hatırlıyorum. Geçen yaz yine patlak veren Karabağ sorunundan sonra, hep bir soru aklıma takılıyordu… “Acaba ben mi yanlış hatırlıyorum, Ermenistan, Azerbaycan topraklarını işgal ettiği dönemde, Türkiye neden bu ülkeye buğday yardımında bulunsun ki?” sorusunu soruyorum, fakat o zamanlar Türkiye basınını çok iyi takip ettiğim için yanılmadığımı da biliyordum. Bunu teyit etmek için epeydir internetten Türkiye’deki basın arşivlerini araştırdım, fakat bir bulguya rastlamadım.
Bugün, TBMM(Türkiye Büyük Millet Meclisi) arşivlerinde bir araştırma yaparken, “arşivde ara” bölümüne “Demirel hükümetinin Ermenistan’a yaptığı buğday yardımı” yazdım ve ekte tamamını sunduğum 27.04.1993 tarihli meclis tutanakları çıktı…
Bu tutanaklardan anlaşılıyor ki, başta Abdullah Gül olmak üzere, dönemin Refah Partisi’ne mensup 23 milletvekili, “Hükümet, Ermenistan’a buğday yardımı yapıyor, fakat Azerbaycan’ın yardım taleplerini yerine getirmiyor” gerekçesiyle yine dönemin Türkiye hükümetine karşı gensoru önergesi veriyorlar.
Bu soru önergesi tartışmalarında, her ne kadar Ermenistan’a insani bakımdan buğday yardımı yapılsa da,- iktidarıyla ve muhalefetiyle- Türkiye, o dönemde de Azerbaycan’ın işgal edilen topraklarının bir gün geri alacağı inancını sergilemişler. Tüm siyasi partiler, Ermenistan’ın saldırgan bir politika izlediğini belirtmişler.
Örneğin dönemin Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü, şunları söylüyor:
“AGİK (Avrupa Güvenlik İşbirliği Konferansı) yani, hem Ermenistan’ın hem Azerbaycan’ın içinde bulunduğu devletler topluluğu, Dağlık Karabağ’ın, Azeri toprağı olduğunu ilan etti. Bundan daha iyi bir müdahale, bundan daha iyi bir girişim nasıl olur?! Bütün mesele oradan çıkıyor. Orasının Azerbaycan toprağı olduğunu uluslararası güç ilan etti ve bunu biz sağladık…
…Birleşmiş Milletler Yasasının 51. maddesi, saldırıya uğrayan ülkenin, başka bir ülkeyi yardıma çağırabileceğini, kendisini koruyabileceğini söylüyor. Azerbaycan bizi yardıma çağırmamıştır, çağırmaz da…
… Bakınız, Azerbaycan, kendisini, kendi gücüyle koruyacaktır. Ülke, kendisini böyle korur, eninde sonunda bu olacaktır. Biz, bugün, Azerbaycan’a yardım ediyoruz… Geçenlerde burada bir askerî eğitim anlaşmasını onayladınız, daha önce onayladığınız anlaşmalar da var… Azerbaycan’a her bakımdan yardım ediyoruz… Amaç, eninde sonunda, Azerbaycan’ın kendisini savunacak güce gelmesi, onu göstermesidir. Bu gördüğümüz olaylar ilk defa olmuyor. Bir önemli değişim geçiren, yeni bağımsızlığına kavuşan, ya da bir önemli rejim değişikliği geçiren ülkeler, kendi içlerinde uğraşmaya başladıklarında, komşularının saldırısına zaman zaman uğrarlar. Eğer o komşu daha evvel hazırlanmışsa ve bu fırsattan yararlanmak istiyorsa, bunu yapabilir. Çok çarpıcı bir örnek, meşhur Fransız İhtilalinden sonra, Fransa’nın başına gelenlerdir. Fransız İhtilalinde, büyük bir değişiklik yapan insanlar, ülkelerinde, dışarıya karşı savunmasız kalmışlardır ve dışarıdan, her taraftan saldırılara uğramışlardır. O zaman güçleri de yoktu; ama sonra kendileri toparlanmışlar, eski topraklarının hepsini geri almışlar ve daha güçlü bir devlet olarak ortaya çıkmışlardır. Azerbaycan’ın da yapacağı budur. Bunu yapacak gücü vardır; bunu yapacak ulusal kültürü ve ulusal karakteri vardır…
…Biz onlara yardım ediyoruz, sonunda buraya geleceklerdir. Azerbaycan bize demiyor ki, “Gelin beni siz savunun.” Onu diyemez, onurlu bir millet bunu demez. Onurlu bir millet, başka bir milletle yardımlaşma yapar, yardım ister, eğitim alır; ama, kendisini kendi savunur. Bu olacaktır…”
Evet…
Onurlu Azerbaycan Türkleri, bunu 27 sene sonra başardı!
Durmuş Arda
İşte, 27.04.1993 tarihli gensoru önergesinin orijinal tutanaklarının(yazım hataları meclis katibine aittir) tamamı:
” GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI
ÖNGÖRÜŞMELER — Kayseri Milletvekili Abdullah Gül ve 23 arkadaşının, Ermenistan ‘a karşı izlediği yan lış dış politika nedeniyle Azerbaycan’a yapılan son Ermeni saldırısı ve işgalinde dolaylı sorumlulukları bulunduğu iddiasıyla, Başbakan Süleyman Demire! ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi
BAŞKAN — Genel Kurulun 13.4.1993 tarihli 90 inci Birleşiminde alınan karar gereğince, 1 inci sıradaki, Kayseri Milletvekili Abdullah Gül ve 23 arkadaşının, Ermenistan’a karşı izlediği yanlış dış politika nedeniyle Azerbaycan’a yapılan son Ermeni saldırısı ve işgalinde dolaylı sorumlulukları bulunduğu iddiasıyla, Başbakan Süleyman Demirel ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında Anayasanın 99 uncu, İçtüzüğün 107 nci maddeleri uyarınca bir gensoru açılmasına ilişkin önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelere başlıyoruz. Hükümet?…
HALİL ORHAN ERGÜDER (İstanbul) — Yok.
MUSTAFA BALCILAR (Eskişehir) — Hükümet var mı memlekette! BAŞKAN — Hükümet burada. Gensoru önergesi bastırılıp dağıtılmışUr. Gensoru önergesini tekrar okutuyorum : Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Ermenistan’a karşı izlediği yanlış dış politika sebebiyle Azerbaycan’a yapılan son Ermeni saldırısının ve işgalinin dolaylı sorumlusu ve cesaretlendiricisi olan İsparta Milletvekili Sayın Süleyman Demirel Başkanlığındaki Hükümet hakkında Ek’te sunulan gerekçeler sebebiyle Anayasanın 99 uncu, İçtüzüğün 107 nci maddesi gereği Gensoru açılmasını saygılarımızla arz ve talep ederiz. Abdullah Gül Kayseri ve arkadaşları Gerekçe Asırlardır Azerbaycan toprakları içinde bir Azeri yurdu olan Dağlık Karabağ bölgesi üzerinde, Ermenistan hak iddia etmekte ve buradaki Ermeni nüfusu bahane ederek ve tarihi gerçekleri saptırarak, Dağlık Karabağ Bölgesinin Ermenistan sınırları içine dahil edecek yayılmacı bir politika izlemektedir. Sovyet Rusya’nın dağılmasıyla birlikte Ermenistan bu politikasını askerî olarak gerçekleştirmek amacıyla Azerbaycan’a karşı saldırıya geçmiş ve 1992 içinde tüm dünyanın gözü önünde giriştiği büyük katliamlarla Laçin, Suşay gibi birçok Azeri yerleşim bölgelerini ele geçirerek Ermenistan’la Karabağ arasında bir koridor oluşturmuştur. Ermenistan dünya kamuoyunun desteğini de arkasına alarak bu yayılmacı saldırgan politikasından vazgeçmemiş, tam aksine savaşı devam ettirerek binlerce Azeri kardeşimizi katletmiş ve Azeri topraklarını işgal etmeye devam etmiştir. Bunun sonucu olarak 1 Nisan 1993 büyük kapsamlı yeni bir saldırı ile Ermenistan, önemli Azeri yerleşim merkezlerinden Kelbecer’i işgal ederek Karabağ’Ia ikinci koridoru açmış ve büyük bir katliama başlamıştır. Bununla da yetinmeyen Ermeni kuvvetleri güneyde Fizuli bölgesine de saldırıya geçerek Karabağ’Ia Ermenistan’ı bütünleştirme içine girmiştir. Ermenistan’ın bu saldırgan ve yayılmacı politikasında ABD, Fransa, Rusya ve diğer batılı devletlerin desteği yanında, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin güttüğü dış politika da birinci • derecede destek olmuştur. Şöyle ki; 1. DYP-SHP Hükümeti iktidara geldiği günden beri takip ettiği dış politika ile tamamen teslimiyetçi bir tutum içine girmiş ve ülkenin millî menfaatlerini uluslararası kuruluşların ve etkin devletlerin alacağı kararlara havale etmiştir. Halbuki olaylar gerek Kıbrıs konusunda, gerek Bosna-Hersek dramında ve gerekse Ermeni-Azeri meselesinde bu tutumun yanlışlığını ispatlamıştır. 2. Hükümetin güttüğü dış politikanın ana prensibi “dünya ülkelerini arkasına almadan” hiçbir konuda inisiyatif kullanmamaktadır. Bu gerçeği her ortamda ilan ederek, Türkiye kendi millî çıkarlarına karşı yapılacak muhtemel saldırılarda caydırıcılık tarafını kaybetmiştir. 3. Ermenistan’ın saldırgan ve düşmanca tutumu devam ettiği halde, hükümet tek taraflı olarak Ermenistan’a dostane tavır takınmış ve bununla Ermenistan’daki barış yanlısı grupları destekleyip barışın sağlanacağı hayali içinde gerçeklerden uzak bir strateji takip etmiştir. Öyle ki 3.11.1992 tarihli TBMM’de Ermenistan saldırganlığı ile görüşmede Sayın Dışişleri Bakanı, güdülen politikanın geçerliliğini destekleme mahiyetinde “özellikle, son zamanlarda Erivan’ dan alınan işaretler olumludur” demiştir. Halbuki, bugün Ermenistan saldırganlığının geldiği nokta Hükümetin politikasının yanlışlığını ispatlamıştır. 4. Hükümet, bu gerçekçi olmayan dış politikasında daha.da ileri giderek, Ermenistan’ın • saldırganlık gücünü artıracak. Ermenistan’ın silah gücünü artıracak, Ermenistan’ın dayanma gücünü artıracak yardımlara direkt dolaylı olarak fırsat vermiştir. Bunun neticesidir ki Ermenistan ilk defa uçak ve helikopter kullanarak modern silahlarla, yine ilk defa Millî Ermeni Ordusu, Ermenistan topraklarından Azerbaycan’a karşı saldırıya geçmiştir. Hükümetin sebep olduğu destekler şöyle sıralanabilir : a) Batı dünyasından insanî amaçlar adı altında Ermenistan’a yapılan silah yardımları Türkiye hava sahası üzerinden hiçbir kontrole tabi tutulmadan devam etmiştir ve Hükümet buna izin vermiştir. b) Türkiye yapılan anlaşma ile kendi kaynaklarından Ermanistan’a 67 bin ton buğday vermeyi taahhüt etmiş ve Türkiye Toprak Mahsulleri Ofisinden 1992 yılından 33 bin ton buğdayı 1 136 vagonla Ermenistan’a sevk etmiştir. Bu yardım yapılırken bunun borç olduğu ileri sürülerek, Hükümet halkın tepkisi karşısında kendini haklı göstermeye çalışmış ve Sayın Başbakan “açım diyen insana geber diyemezsiniz” diye kendini haklı göstermek istemiştir. Hal- , buki “aç” olduğu söylenen insanların bugün aç olmadıkları ve en modern silahlarla saldırıya geçip Azeri kardeşlerimizi katlettikleri Hükümetin bu politikasının yanlışlığına en iyi delildir. Ermenistan’a yapılan buğday ve enerji yardımının bir nevi ateşli değil fakat ateşsiz silah yardımı anlamına geldiği ve bunun yanlışlığı söylendiğinde, Hükümet bunun “insanlık borcu” olduğunu ileri sürerek, Ermenastan’a karşı hiçbir caydırıcı tedbir alamayacağını peşinen ilan etmiştir. Sayın Demirel Hükümeti, hem Azerbaycan’ın ve diğer kardeş cumhuriyetlerin Türkiye’ye olan güvenlerini sarsma, hemde Türk kamuoyundan ve muhalefet partilerinden tepki çekme pahasına, yukarıda izah edildiği gibi Ermenistan’a yardımcı olurken bugünkü sonuca ulaşılmasında, Ermeni saldırılarında Türkiye’nin caydırıcılığım ortadan kaldırmış ve dolaylı olarak bu saldırılara ortam hazırlamış ve Ermenistan’ı cesaretlendirmiştir. Bunun neticesinde Ermenistan Millî Orduları öncülüğünde Azerbaycan topraklarının yüzde lO’unu işgal edip binlerce kardeşimizi katletmiş ve binlercesi de tehdit altındadır. Bu sebeple DYP-SHP Koalisyon hükümeti hakkında Anayasanın 99 uncu ve İçtüzüğün 107 nci maddesi gereğince gensoru açılmasını talep etmek bir zaruret haline gelmiştir.
BAŞKAN — Sayın milletvekilleri, bu görüşmede, Anayasanın 99 uncu maddesine göre, önerge sahiplerinden biri, siyasî parti grupları adına birer milletvekili, Başbakan veya birbakan konuşabilecektir. önerge sahibi için süre 10 dakika, gruplar ve Hükümet için 20 dakikadır. Refah Partisi grubu adına da söz istemiş bulunduğu cihetle, önerge sahibi sıfatıyla ilk konuşmayı yapacak olan Sayın Abdullah Gül’e, toplam 30 dakika süre veriyorum ve kendisini kürsüye davet ediyorum. Buyurun Sayın Gül. (RP sıralarından alkışlar) RP
GRUBU ADINA ABDULLAH GÜL (Kayseri) — Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 23 arkadaşımla beraber, Hükümetin Ermenistan’a karşı izlediği yanlış dış^politika nedeniyle Azerbaycan’a yapılan son Ermeni saldırısı ve işgalinden dolayı, dolaylı olarak » Hükümeti sorumlu tuttuğumuz için bu gensoruyu vermiş bulunuyoruz. Grubum ve şahsım adına bu konuda konuşma yapmak için huzurunuzdayım. . Her şeyden önce, tarihî bir sorumluluğu yerine getirmek amacıyla bu gensoruyu vermiş bulunuyoruz. Hatırlayacağınız gibi, Ermenistan, ilk defa kendi topraklarından Azerbaycan’a karşı saldırıya geçmiş Ve daha önce -1992 yılında- elde ettiği topraklara ilave olarak Kelbecer’i ele geçirerek güneye doğru inmeye başlamış ve Fizuli’yi de ele geçirmek için gayret sarf etmektedir. Biz, bu gensoruyu o sıralarda vermiştik; fakat, daha sonra, Sayın Cumhurbaşkanının vefatı üzerine geçen hafta görüşülmesi gereken bu gensoru, bu güne ertelenmişti. Gensorunun gerekçesinde de yazılı olan -biraz önce dinlediğiniz gibi- şu konuları ileri sürerek bu Hükümeti mesul tutuyoruz; gerekçenin başlangıcında da ifade edildiği gibi, asırlardır Azerbaycan toprakları içinde bir Azeri yurdu olan Dağlık Karabağ bölgesi üzerinde ermeniler, oradaki nüfuslarını ileri sürerek hak iddia etmekteler ve Dağlık Karabağ Bölgesinin, Ermenistan’ın olduğunu ileri sürmektedirler. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra, bu iddialarını askerî olarak da gerçekleştirmek amacıyla, geniş bir saldırıya geçmişler ve adım adım da bu gayelerine ulaşmak için bir nevi yapılaşma içine girmişlerdir. İlk defa, 1992 yılında bütün dünyanın gözleri önünde Laçin, Suşa gibi Azeri yerleşim bölgelerini ele geçirmişler, daha sonra da Karabağ’a tamamen hâkim olmuşlardır. Şu anda, daha önce Hükümet yetkililerinin de burada defalarca izah ettikleri ve bize bilgi verdikleri gibi, Karabağ ile Ermenistan arası birleştirilmiş ve Azerbaycan’ın yüzde 10’u geçen miktarı, Ermeni işgali altına girmiştir. Bütün bunlar olurken, maalesef, Türkiye, kendisinden beklenenleri yerine getirmemiştir. Ermenistan’ın bu saldırgan ve yayılmacı politikasında, Amerika Birleşik Devletleri, Fransa, Rusya ve diğer Batılı ülkeler gibi -bizim kanaatimiz odur ki- Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin de sorumlulukları söz konusu olmuştur. Güttükleri politikayla da, gizli bir teşvikle ve gizli bir cesaretlendirici rol oynamışlardır. Bunları biz şöyle izah ediyoruz : önce, DYP-SHP Hükümeti, iktidara geldiği günden beri, dış politikada teslimiyetçi bir tavır takınmıştır. Bu teslimiyetçi tavır içerisinde Hükümet, caydırıcılığını maalesef kaybetmiştir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, AGÎK, Paris Şartı, Avrupa Konseyi gibi uluslararası birçok kuruluşu daima dile getirmiş ve daima bunların alacakları kararlarla Türkiye’nin bir şey yapabileceğinin imajını, karşı tarafa sadece Ermenistan’a değil, fakat, Türkiye’nin potansiyel düşmanı olan bütün güçlere, bütün ülkelere vermiştir. Halbuki, Kıbrıs’ta, Bosna’da, Azerbaycan’da ve Türkiye’nin içine girdiği diğer çatışmalarda, bu kuruluşların tavırları, hepimizin malumudur. Hükümet, başta Başbakan olmak üzere, Dışişleri Bakanı ve diğer yetkili bakanlar devamlı şunu dile getirmişlerdir : “Dünya ile beraber hareket edeceğiz.” Şimdi, “Dünya ile beraber hareket edeceğiz” diyebilirsiniz; fakat, bu dünyanın kim olduğunu da tarif etmeniz lazım. “Dünya” derken, Birleşmiş Milletlerin üyesi 180’in üzerindeki ülkeleri mi kastediyorsunuz, yoksa Güvenlik Konseyindeki 15 ülkeyi mi kast ediyorsunuz veyahut da bunların 5 daimî temsilcisi olan Amerika Birleşik Devletleri, Fransa, İngiltere, Rusya ve Çin’i mi kastediyorsunuz?.. Biz daha geniş alalım; “dünyayla beraber…” derken, bu 5 ülkeyi ele aldığınızda, bu 5 ülke, ne zaman ‘Türkiye’nin menfaatleri alenen çiğnendiğinde arkasında olmuştur? Kıbrıs davasında mı olmuştur, Ege’de çıkan meselelerde mi olmuştur, Bosna-Hersek’teki şu anki dram, trajedi bugüne kadar gelirken, bunda mı bir olumlu tavır sergilemişlerdir veyahut da olayların bugüne geleceğini bile bile gizli tertipler içinde Bosna’yı, bade harabül Bosna haline bunlar mı getirmişlerdir? Bütün bunlar olurken, siz, “dünya ile beraber hareket edeceğiz” dediğiniz zaman, şu açık bir gerçektir ki, bu ülkeleri arkanıza almadan hiçbir şey yapmayacaksınız. Bu ülkeler, şimdiye kadar sizinle beraber olmadığına göre, demek ki, hiçbir şey yapamayacağınızı endirekt olarak -daha doğrusu yapmayacağınızı- ifade etmiş bulunuyorsunuz. Bütün bunlar şudur : Türkiye, caydırıcılığını kaybetmiştir ve belki de dış politikada yapılan en büyük hata budur. Türkiye, caydırıcı olmaktan vazgeçmiştir. Dolayısıyla, Türkiye’nin karşısında olan herkese, Türkiye’den bir şey koparabileceği imajı verilmiştir. Sizin düşmanınızın ulaşacağı ilk şey nedir? Bu kim olursa olsun, ister devletler nezdinde olsun, ister küçük birimler nezdinde olsun, ilk önce politik olarak istihbarat yapacaktır; ikincisi, askerî istihbarat yapacaktır. Türkiye, karşınızdakilerin politik ve askerî istihbaratı büyük çabalarla, gayretlerle elde edebilecekleri bu imkânı kendiliğinden vermiştir. Ne yapmıştır? Politik olarak hiçbir şey yapmayacağını söylemiştir ve karşı tarafı önceden rahatlatmıştır. Hükümet yetkilileri, askerî olarak da hiçbir şey yapmayacaklarını defalarca, açıkça söylemişler, dolayısıyla en büyük cay^ dinciliğimiz bu şekilde engellenmiştir. Değerli arkadaşlarım, üçüncüsü de şudur: “Türkiye ne yapabilirdi?” diye sorulmuştur. Türkiye, aslında çok şey yapabilirdi. Bakınız, “öncelikle dünya ile beraber hareket edeceğiz, uluslararası kuruluşlarla hareket edeceğiz” dendiği halde, Türkiye, onların verdiği yetkiyi bile kutlanamamıştır. Birleşmiş Milletler Ana Sözleşmesinin 51 inci maddesi gün gibi ortadadır… Aslında, Birleşmiş Milletler Ana Sözleşmesinin 2 nci maddesinde, ülkelerin birbirine kaldıramayacağı açıkça beyan edilmiştir; fakat, 51 inci maddede, 2 nci maddeye bir istisna getirilmiştir. Burada da yine açıkça ortaya konmuştur ki, eğer Birleşmiş Milletlere üye olan bir ba- . ğımsız ülke, başka bir ülke tarafından saldırıya uğrarsa, o ülkenin ve başka ülkelerin, o saldırıyı def ettirmek, o saldırıyı durdurabilmek için müdahale hakkı vardır. Hükümet, “Bu işte uluslararası kuruluşlarla beraber hareket etmeliyiz ve edeceğiz” demesine rağmen, uluslararası kuruluşların ve bunların da en üst kurumu olan Birleşmiş Milletlerin anayasasının verdiği bu yetkiyi bile Türkiye kullanmamıştır. Ancak, başka ülkelere baktığımızda, bu yetki, hatta çiğnenerek, çok uygulanmıştır. Bakın, Birleşmiş Milletler Ana Sözleşmesine bu 51 inci maddesi birçok ülke tarafından kullanılmıştır; hatta, daha da ileri gitmişlerdir ve 51 inci maddenin vermediği yetkileri de kullanmışlardır. Bakın, Amerikan Nikaragua’da ne yapmıştır? Amerika, Nikaragua’da mevcut hükümeti yıkmak için gerillalara yardım etmiş ve bu yardımı yaparken de, Elsalvador’u Nikaragua’nın tehdit ettiğini ileri sürmüştür. Daha ne yapmıştır? Gitmiş, Granada’yı resmen işgal etmiştir ve Amerika, bu hareketlerinden dolayı uluslararası mahkemelerde yargılanmıştır; bunların hiçbirisi hukukî bulunmamıştır. Entebbe baskınında israil ne yapmıştır. Yine bu 51 inci maddeyi ileri sürerek hareket etmiştir. Hatta, Pakistan ve bazı Batılı ülkeler tarafından Afgan mücahitlerine silah yardımı yapılırken, yine 51 inci madde ileri sürülmüştür. v • ‘ Bunun dünyada çok uygulamaları vardır; fakat maalesef, mesele bize geldiğinde, gerek insanî ve hukukî yetkiler ve gerekse uluslararası kuruluşların verdiği kanunî yetkileri kullanmakta, nedense, bu Hükümet tarafından devamlı geri durulmuş ve devamlı taviz verilmiştir. Bunlar arasında, bizim elimizdeki yetkileri bile kullanabilemeyeceğimiz imajını verdiği için, ayrıca caydırıcılığımıza engel olmuştur. Değerli milletvekilleri, bu politikayla, 1974 yılında bu Hükümet başta olsaydı, aynı tavrı göstereceği için, 1974 müdahalesi bile yapılamayacaktı ve 1960’tan 1974’e kadar Kıbrıs’ta dökülen kanlar, 1974’ten sonra da dökülmeye devam edecektir. Dolayısıyla, eğer, siyasî iktidarlar kendilerine verilen yetkileri zamanında ve en iyi şekilde kullanırlarsa, işte bu caydırıcılık vasıflarını ileri sürerlerse, o zaman daha çok kan dökmeyi de önleyebilirler. / Aynı şekilde Ege’de de olmuştur. Türkiye, Ege’de de caydırıcılığını ileri sürmüştür, restini çekmiştir; onun için Yunanistan, havasahasını 12 mile çıkartamamıştır. Eğer, orada da biz bugünkü tavrımızı göstermiş olsaydık, bugün Yunanistan Ege’deki büyüme emellerine ulaşmış olacaktı. Dolayısıyla, bugün güdülen dış politikalar çok yanlıştır. Ayrı bir şey de şudur ve bu çok gariptir; demeçlerle ve en yetkili olan kişi, Başbakan olarak verdiği demeçlerle, diğer bakanların, Hükümet sözcülerinin burada verdikleri demeçlerle, bir nevi, Ermenistan’a yine yol gösterici olunmuştur. Ne denmiştir? “Ben hiçbir şey yapmayacağım” denmiştir ve burada, “Ermenistan’a karşr yanlış politika uyguluyorsunuz” diye muhalefet tarafından Hükümet sıkıştırıldığında, Hükümet daima şunu söylemiştir: “Dış politikayı .iç politikaya karıştırıyorsunuz.” Halbuki, biz muhalefet olarak, aslında Hükümete burada büyük kozlar vermişizdir. Milletlerarası toplantılarda veyahut da diğer ilişkilerde, muhalefetin bu bastırması ileri sürülerek, birçok şeyler halledilebilirdi; ama Hükümet, bunu da yapmamıştır, kendisi bunu iç politika olarak kullanmıştır ve daima bundan şikâyetçi olmuştur. Aslında, bu Hükümetin, dışarıda ulusal millî emellerimize ulaşabilmemiz için, bizi el altından tahrik de etmesi lazımdı. (RP sıralarından alkışlar) Şimdi bakın, biz bütün bunları söylerken ve 1992 yılında Ermeniler saldırıya geçip, ilk koridoru açıp Karabağ’a ulaştıklarında, Sayın Başbakan 9 Mayıs tarihinde burada yaptığı konuşmada şunları söylemişti: “İhtilafların yerini işbirliği ve dayanışmanın; çatışma ve savaşın yerini ise, barış ve refahın alması için, uluslararası düzeyde bir anlayış birliğinin ortaya çıkmakta olduğu günümüzde, askerî alanlarda kazanımların konsolide edilebilmesini düşünmek, askerî yollardan çözüm arayışlarına girmek, hiçbir şekilde kabul edilemez. Bu davranışlar içine giren ülkeler, uluslararası toplum tarafından tecrit edilmeye ve tarih önünde sorumlu’olmaya mahkûmdur.” Sayın Başbakan Süleyman Demirel 9 Mayıs tarihinde bu konuşmayı burada yaptı. Peki, ne oldu ondan bu yana? Ermenistan, aldığı toprakları daha mı çok konsolide etti, daha mı çok genişletti, daha mı çok büyüttü; yoksa, geri adım attı, geri mi çekildi? . Peki, uluslararası -burada Sayın Başbakanın söylediği gibi- kuruluşlar ne yaptı, kınamadın ötesinde? Ateşkes bile ilan edilemedi; ki, ateşkes aslında bizim için hiç de çıkar bir yol değildir. işgalci, işgal ettiği toprağı terk etmedikçe ateşkeste ısrar etmek ve ateşkesin sağlandığında bunu başarı gibi göstermek, aslında büyük bir hezimettir. Çünkü, fiilî durumu o zaman onaylıyorsunuz; işgal edilen topraklan bir nevi gizli olarak onaylıyorsunuz. Bir sene geçmiştir Başbakanın bu sözünden; ne olmuştur? Ermenistan Kelbecer’i işgal etmiştir. 60 bin kişinin bulunduğu toprakları işgal etmiştir; ikinci koridoru açmıştır ve o zaman yapamadığını, bugün yapmıştır ve Ermenistan’la Karabağ arasını birleştirmiştir. Bunu, tabiî, sadece biz söylemiyoruz; bunu, Sayın Başbakan Yardımcısı Erdal inönü burada söylediler ve Azerbaycan topraklarının onda birinin işgal edilmiş olduğunu burada kendileri teyit ettiler. O zaman diğer devletlerle yaptığımız görüşmelerde çok iyi ilerlemelerin olduğu söyleniyordu; hatta Sayın Başbakan, yine burada yaptığı bir konuşmada, “Fransız Dışişleri Bakanıyla yayınladığımız ortak açıklamada ise, kuvvet yoluyla yeni durumlar yaratılması reddedilmiş, şiddete başvurulması takbih edilmiş ve Dağlık Karabağ sorununun, Minsk’te toplanacak AGİK Konferansı çerçevesinde, kalıcı ve barışçı bir çözüme kavuşturulması için çağrıda bulunulmuştur” demişti; yani muhalefeti, o zaman genel görüşme istediğimizde, çıkıp burada konuştuğumuzda, bu şekilde tatmin etmeye, bizi bu şekilde susturmaya çalışmıştı öyle mi olmuştu?.. Daha sonra Sayın Başbakan yaptığı konuşmalarda, verdiği demeçlerde, Fransa’nın Ermenilere destek olduğunu kendisi ifade etmişti. Gazete koleksiyonlarını açarsak, bütün bunları görebiliriz. Yine o zaman, geçen sene, 1992 yılında, Sayın Başbakan, “Dünyayı ayağa kaldırdık” demişti. Ayağa kalkan dünya, eğer 3 milyon nüfuslu Ermenistan’ın büyümesini; Birleşmiş Milletlerin ve bütün uluslararası anlaşmaları çiğneyerek ve oradaki kardeşlerimizi katletmesini, büyümesini, saldırganlığını önleyemiyorsa, bu nasıl ayağa kalkmadır ve bunu nasıl bize karşı ileri sürerseniz, bütün dünyayı ayağa kaldırdık” diye?! (RP sıralarından alkışlar) Şimdi, değerli arkadaşlarım, bazı köşe yazarları, hatta bazı diplomatlar ve bazı politikacı arkadaşlarımız şunu söylüyorlar: “Ermenistan’ın nüfusu 3 milyondur; Azerbaycan 7 milyondur, Türkiye 60 milyondur ve etrafı hep sarılmıştır.” Bunlar, aslında bizim tutarsız laflarımız… Çünkü, İsrail’e bakın… İsrail’in nüfusuyla, İsrail’in çevresindeki düşmanlarının nüfuslarını kıyaslayın… İsrail, nasıl bir aysbergse, Ermenistan da bu bölgede bir aysbergdir. (RP sıralarından alkışlar) Bugün bunu hafife alabilirsiniz, fakat ileride karşımıza büyük bir düşmanı çıkarttığımızı; görürsünüz. Çünkü, dış desteği olan, Türkiye’nin büyümesini, Türkiye’nin güçlenmesini istemeyen bütün dünya ülkelerinin desteğine sahip olan bir Ermenistan’ın, büyüyeceğini bugünden göremezseniz, bu dış politika çok yanlış demektir. Yine başka bir toplantıda, biz bu konuyu buraya getirdiğimizde, o zaman Sayın Dışişleri Bakanımız bize cevaben şu konuşmayı yaptı: “Çok ileri gidiyorsunuz” diye tenkit ettikten sonra; bizim o zaman Ermenistan’a verilen buğday yardımını, enerji vermek için yapılan anlaşmayı ve yine o zamanki, 1992 yılındaki güdülen dış politikayı ileri sürüp tenkit ettiğimizde 3.11.1992 tarihinde şunu söylemişlerdi: “Biz, düşmanlığa dayalı bir politikada yarar görmüyoruz. Bunun, ne Türkiye’ye ne Ermenistan’a ne de bölgeye yararı vardır. Yapmış olduğumuz değerlendirmenin ve uygulamaya çalıştığımız geleceğe yönelik politikanın, Ermenistan’da iyi anlaşılması gerekmektedir, özellikle bu açıdan, son zamanlarda Erivan’dan alınan işaretler olumludur. Bunu da açıklıkla belirtmek lazımdır.” İşte değerli arkadaşlarım, bu, dış politikanın, Ermenistan’a karşı güdülen bu dış politikanın yanlışlığının teyididir. 1992 yılında Ermeniler Azerbaycan topraklarının bir kısmını ele geçirdiklerinde, biz burada sıkıştırdığımızda, Hükümet, kendi politikasının tutarlılığım böyle izah etmişti ve demişti ki; “Erivan’dan alınan mesajlar da olumludur. Bizim bu barışçı, bizim bu yardımsever politikamızın neticeleri de alınmaktadır.” Bunlar, bu zabıtlarda vardır; ama, ne olmuştur? Netice alınmış mıdır? Tam tersi olmuş ve bu cesaret vermiştir. Cenevre’de, AGİK’te görüşmeler devam ederken, Ermenistan bütün cesaretiyle -ki, bu cesareti nereden aldığını deminden beri izah ediyorum, biraz sonra da tekraren izah edeceğim- yine saldırmış, Kelbecer’i ele geçirmiş, Azerbaycan’ın 1/10’unu işgal etmiştir. Yapılan bu yardımlar, aslında silahlı yardım değil; ama, ateşsiz yardımlardır. Yardımlar, ille de, “ben size silah veriyorum” diye yapılmaz. Ateşsiz silah yardımıdır bu yapılan yardımlar. Türkiye bu yardımları nasıl yapmıştır? Türkiye, önce hava sahasını çok rahat bir şekilde kullandırmıştır. Halbuki, 1945 Şikago Sözleşmesine göre, nasıl TIR’ları kontrol edebilirsek, hava sahamızı da kontrol etme hakkımız vardır. Türkiye, bunu yapmamıştır, kamuoyu da bildiği halde, kendisi de bildiği halde, bütün dünya da bildiği halde, Türkiye üzerinden Ermenistan’a uçaklarla silah yardımı yapılmıştır. Türkiye, bunu durdurma cesaretini gösterememiştir. Zaman zaman mesele ayyuka çıkıp, Mersin’de olduğu gibi, sendikacılar, işçiler gemilere el koyup, “biz bu yardımları taşımayacağız” diye kamuoyunun baskısını hissettiği anda, gelen uçakların bazılarını indirip arama talebinde bulunduğunda, hepimizin bildiği gibi, yedi uçak gelecekken, üç uçak gelmiş ve silah taşıyan dört uçak, Türkiye üzerinden değil, başka hava sahası üzerinden Erivan’a gitmiştir. Dolayısıyla, yapılan bu silah yardımları gizli değildir. Bunu, bugünkü Ermenistan’ın ateş gücünden de biliyoruz. Ermenistan bugün uçaklarla, helikopterlerle kendi sahasından Azerbaycan’a hücum etmektedir. Dolayısıyla, biz Ermenistan’ın silahlanmasında, bu şekilde, dolaylı olarak yardımda bulunmuşuzdur. Enerji meselesinde de aynı şey olmuştur. Sonradan enerji, yine, gerek Azerbaycan’ın, gerekse burada muhalefetin ve Türk kamuoyunun baskısı üzerine uygulamaya geçmemiştir; fakat 300 milyon kilovat/saat elektrik enerjisi verme anlaşması, protokol anlaşması yapılmıştır Ermenistan’la ve gelen tepkiler üzerine, geri adım atılmıştır; ama, maalesef büyük hayal kırıklıklarına sebep olunmuştur, büyük ümitler mahvolmuştur. Şimdi, başka bir konuya geliyoruz. Nedir bu?.. Buğday meselesi. Biz, bu buğday meselesini defalarla buraya getirdiğimizde, bize cevap verilirken çıkılmıştır ve denilmiştir ki; “Siz yalan söylüyorsunuz, yanlış söylüyorsunuz.” • / Burada maddî hatalar hiç de önemli değildir. 100 bin ton buğday vermişsiniz veya 67 bin ton buğday vermişsiniz; ama, şu bir gerçektir ki, Türkiye buğday vermiştir. Bu buğdayı borç olarak vermiştir, o ayrı mesele; ama Türkiye kendi kaynaklarından, hem de Ermenistan’a hiçbir şart koşmadan, onlarla hiçbir anlaşmaya gitmeden, onları, bundan sonraki hareketlerinde kısıtlayıcı hiçbir davranışa mecbur etmeden bu buğdayı vermiştir ve bu buğday, Dışişleri Bakanının burada daha önce ifade ettiği gibi, 67 bin ton olmuştur ve 1 136 vagonumuzla, Toprak Mahsulleri Ofisi depolarından Ermenistan’a sevk edilmiştir. Şimdi siz, Ermenistan’ın yöneticileri durumunda olsanız, nasıl bir politika takip edersiniz? Türkiye’yi, potansiyel bir tehdit olarak, Türkiye’yi kendi ulaşacağınız emellerinizde, ileride bana bir problem çıkarır diye, hiç dikkate alır mısınız? Türkiye, işte bunu yapmıştır güdülen dış politikayla, Ermenistan’a yeşil işaret verilmiştir dolaylı olarak ve denmiştir ki: “Yapabileceğini yap, biz sana hiçbir şey yapmayacağız.” Bu işareti de Ermenistan almıştır ve onun için, anlaşmalar sürerken; onun için, görüşmeler sürerken, onun için, uluslararası kuruluşlarda, AGÎK’te, Birleşmiş Milletlerde kınamalar veya “yapma” çağrıları yapılırken, bu saldırıyı gerçekleştirmiştir ve yaptığı yanına kâr kalmıştır. Çünkü, Türkiye’nin elindeki kartları çok iyi okumaktadır ve bu, şimdiye kadar güdülen dış politikayla apaçık ortadadır. Değerli arkadaşlarım, bütün bunlar yapılırken, “Adriyatik’ten Çin Denizine kadar bizim sahamız” denen ve bununla övündüğümüz bu potansiyel, gündeme hiç getirilmemiştir; en büyük mesele mahvedilmiştir. Şimdi düşünün, böyle bir potansiyel üzerinde oturan bir ülke, Türkiye değil de, Belçika veya Lüksemburg olsaydı, bizim yaptığımızı mı yapardı, böyle bir dış politika mı uygulardı?!
Kelbecer işgal edilip de 60 bin kişi mahsur kaldığında, Elçibey Türkiye’den helikopter istemiştir. Türkiye, Ermenistan’a buğday vermiştir, dünya kamuoyunun baskısı altındayım falan diye bahaneler uydurarak; ama, Elçibey’in -Milletlerarası bütün kuruluşların, bütün hukukî gerekçeleri çiğneyerek Ermenistan’ın yaptığı bu saldırılara kayıtsız kalırken ve oradaki katliamlar devam ederken- istediği helikopterler gönderilmemiştir. Bunlar gazete haberleri değil, Elçibey’in sesinden dinledik televizyondan… “Ne yapayım yani, başka ne yapabilirdim?” denmistir. Buna karşı, Hükümet yetkilileri çıkıp, “bizim bu tahliyeleri yapacak helikopterlerimiz yok” diyebilir; ama bunların hiçbiri gerekçe değildir. Siz oraya, uçak ve helikopter kiralaya-, rak, hatta üç kişilik helikopter bile gönderseydiniz, bu, bir tavır olurdu aslında, Türkiye’nin burada tavrını göstermesi lazımdı; bu
tavrını olumlu değil, olumsuz şekilde göstermiştir. Bu tavırdan, hem Azerbaycan dersini almıştır hem de Ermenistan dersini almıştır ve bu tavır üzerine Ermenistan, saldırganlığım hâlâ devam ettirmektedir, tşte, bu sebeplerden dolayı gensoru önergesini verdik. Bazı arkadaşlarım, “Bu gensoru önergesinin sırası mı?” diyebilir; ama, bu işgal hâlâ devam etmektedir ve biz hâlâ uluslararası kuruluşlardan medet ummaktayız. Türkiye, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine gitti, oradan hiçbir şey çıkaramadı, kınama tasarısı bile çıkaramadı; sadece, hiçbir hukukî gerekçesi olmayan, tavsiye şeklinde bir şey çıktı. Bunu, ben söylemiyorum, Sayın Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü burada söylediler ve “tatmin edici değildir” dediler. Peki, bunlar tatmin edici değil de, o zaman, biz bu fiilî durumun devamına göz mü yumacağız; biz bu fiilî durumun, yani Azerbaycan’ın işgalinin bu şekilde devamına göz mü yumacağız?.. Değerli arkadaşlarım, bunu söylerken, biz, savaş ilan edelim, askerlerimizi hemen gönderelim de demiyoruz; ama bir alternatif, bir müdahale, bir caydırıcılık tedbirleriniz olur, bu tedbirleri adım adım alırsınız ve bu tedbirleri adım adım alacağınıza karşı tarafı inandırırsınız. Eğer karşı tarafı başından beri inandırmış olsaydınız, Ermenistan bu cesareti gösteremezdi. Daha önceden çok kolay bir şekilde önleyebileceğiniz bir meseleyi bugün çok zor duruma getirdiniz ve bu gidişle yarın çok daha zor duruma getireceksiniz. Demin söylediğim gibi, 1974 yılında iktidarda olsaydınız ve aynı politikayı uygulasaydınız, Kıbrıs meselesi bitmeyecekti. Aslında, bizim için Kıbrıs meselesi bitmiştir. Kıbrıs meselesinin bittiğini, orada iki ayrı toplumun ve devletin olduğunu, bugün Hükümet de kabul etmektedir. Deminden beri işaret etmek istediğim konu budur ve bunun için bu gensoru önergesini verdik. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, sadece bugünü değil, Türkiye’nin geleceğini de ipotek altına almaktadır, Türkiye’nin potansiyel düşmanlarına cesaret vermektedir. Hükümet, bu davranışıyla, Türkiye’den, her isteyen her istediğini maliyeti olmadan kolayca koparabilir imajını vermektedir. Bunun içindir ki, maalesef birkaç asırda bir ortaya çıkan bu siyasî konjonktür tam değerlendirilememiş ve bu fırsatlar kaçmıştır. Burada ifade edildiği gibi, Adriyatik’ten Çin Denizine kadar uzanan bir Müslüman Türk dünyası kucaklanamamıştır ve büyük hayal kırıklıklarına sebep olunmuştur. Değerli arkadaşlarım sonuç olarak şunu söylemeke istiyorum: Bu gensoru önergesini vermemizin amacı, Hükümet, bu politikasıyla, geleceğimizi gerçekten ipotek altına almıştır ve”- öyle ipotek altına almıştır ki, bunu adım adım ispatlamıştır. Ermenistan Cumhurbaşkanı Cumhurbaşkanının cenaze merasimine katılma cesaretini göstermiştir. Şimdi, siz, bu olayı çok insanî şeylerle ifade edebilirsiniz, gerekçeler bulabilirsiniz…
HALİL ORHAN ERGÜDER (istanbul) — Beynelmilel protokol o…
ABDULLAH GÜL (Devamla) — Fakat, sizin orada kardeşlerinizi katleden, haksızlığı alenen herkes tarafından bilinen ve buna rağmen bu cesareti gösteren Ermenistan Cmuhurbaşkanına buraya gelme cesaretini kim vermiştir? (RP sıralarından alkışlar) Sizin nasıl bir uzlaşmacı olduğunuzu, Türkiye’nin menfaatleri söz konusu olduğunda, sizin şahin gibi davranmayacağınızı bildiği için, yüzünüzün ne kadar yumuşak olduğunu bildiği için cesaret bulmuş ve Türkiye’ye gelmiştir. Siz bana bir ülke gösterin ki, kardeşleriniz savaş halinde olacak, kardeşleriniz katledilecek ve onlar katledilirken, “bunun müsebbibi Türkiye’dir” diye demeçler verecek; o kardeşlerimiz katledilirken, “Avrupa’nın haritaları bellidir, yerine oturmuştur; fakat Ortadoğu’nun, Asya’ nın haritaları nihaî şeklini almamıştır” diye açıklamalar yapacak; Kars’ın, Ermenistan toprağı olduğunu iddia edecek, bütün bunlardan sonra o adam Türkiye’ye gelecek ve siz de elini sıkacaksınız!..
BAŞKAN — Sayın Gül, sözünüzü kesmek istemedim, ama süreniz geçti; lütfen toparlayınız efendim. ABDULLAH GÜL (Devamla) — Hükümet, bu cesareti verdiği için, bundan sonra da Türkiye’nin başına onarılması zor daha başka meseleler çıkaracağı için, bu yanlış politikanın geçerliliği de, bütün bu ifade ettiğim delillerle teyit edildiği için, bu gensoru önergesini vermiş bulunuyoruz. ı Ülkenin geleceğini, millî menfaatlerimizi ve ulusal çıkarlarımızı tekrar tehlike altında bırakmamak için, bütün arkadaşlarımı bu gensoru önergesine olumlu oy vermeye davet ediyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyorum. (RP ve ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN — Teşekkür ederim Sayın Gül. önerge üzerinde Sosyaldemokrat Halkçı Parti Grubu adına İzmir Milletvekili Sayın Atilla Mutman’a söz veriyorum.
Buyurun Sayın Mutman.
SHP GRUBU ADINA ATİLLA MUTMAN (İzmir) — Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Kayseri Milletvekili Sayın Abdullah Gül ve 23 arkadaşının, Azerbaycan meselesiyle ilgili, Sayın Başbakan ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında gensoru açılması istemiyle ilgili vermiş olduğu önerge üzerinde Grubum adına söz almış bulunuyorum. Sözlerime başlarken Yüce Meclisi şahsım ve Grubum adına saygıyla selamlıyorum. Gensoru önergesinin gerekçe bölümüne göz attığımızda, daha önce de defalarca bu kürsüden dile getirilmiş ve yine her seferinde açıklıkla yanıtlanmış gerçek dışı eleştiriyle karşı karşıyayız. önergede, özetle, Hükümetin teslimiyetçi bir politika izlediği, ülke çıkarlarını uluslararası kuruluş ve etkin devletlerin insafına havale ettiği, Ermenistan’a karşı dostane tavır takınarak, onu cesaretlendirdiği, bu ülkenin silah ve dayanma gücünü artıracak yardımlar yaparak saldırıya ortam hazırladığı, sonuçta, Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarının yüzde lO’unu işgal edip, binlerce kardeşimizi katlettiği belirtilmektedir.
MUKADDER BAŞEĞMEZ (İstanbul) — Hepsi doğru.
ATİLLA MUTMAN (Devamla) — Başka bir deyim, 24 arkadaşımız, Hükümetimizin izlediği politika yüzünden Ermenilerin Azerbaycan topraklarını işgal ettiğini ve bunun sonucu çok sayıda Azerî halkının canını yitirdiğini söyleyebilmektedirler. Bu asılsız iddiaları kabul etmek mümkün değildir.
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) — Hangi dünyadasınız?!
ATİLLA MUTMAN (Devamla) — Değerli milletvekilleri, insanlar, edindikleri bilgilerle, yaşam biçimlerine göre dünyayı yorumlarlar. Buna göre, belli bir olaya bakış açıları farklı olabilir. Bu, saygı duyulacak bir durumdur. Bu farklılığı yaratan görüşlerin, öncelikle doğru bilgilenmeden doğması, insaf ve mantık sınırları içinde kalması gerekmektedir.
MUKADDER BAŞEĞMEZ (İstanbul) — Aslında, Azerbaycan Ermenistan’ı işgal etti herhalde (!)
ATİLLA MUTMAN (Devamla) — Yani, elinizdeki veriler doğruysa, konuyla ilgili yeterli bilgilere sahipseniz, bunun sonucunda farklı bir yorum içinde iseniz, bu doğal bir olaydır, bu kabul edilebilir. Buna karşı, savlannız, yorumlarınız yetersiz ve yanlış bilgilere dayanıyor, insaf ölçülerini aşıyorsa, bunları tartışmak gerçekten zordur; ama, çaresiz. Biz, Azerbaycan konusu başta olmak üzere, Hükümetimizin son derece dengeli, itidalli, maceraya yer vermeyen aktif bir dış politika izlediği konusunda övünç duyuyoruz. Buna karşılık, aynı çatı altında, aynı görevi yapan ve üstelik dost ve kardeş ülkeler için birbirimizle yarışacak kadar aynı hassasiyeti taşıyan bazı arkadaşlarımız, övünç duyduğumuz bu dış politika uygulamalarını yerden yere vurabiliyorlar.
HÜSEYİN ERDAL (Yozgat) — Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir!
ATİLLA MUTMAN (Devamla) — Hatta daha ileri giderek, Hükümeti, ulusal çıkarları yurt dışındaki birtakım güçlere ve devletlere teslim ettiği gibi, kabul edilmesi olanaksız bir iddiayla suçlayabiliyorlar. Bu gensorudan güdülen amaç, böyle önemli bir konuyu iç politika malzemesi yapıp, istismar etmek değilse, kanımca, önerge veren arkadaşlarımız, bu önemli konuda yanlış ve eksik bilgi sahibidirler.
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) — Onu Azerbaycan’da konuş, Azerbaycan parlamentosunda aynı sözleri konuş; yürek ister!
ATİLLA MUTMAN (Devamla) — Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; üzerinde yeterince durulmamış konuları ve yaklaşımımızı aktarmadan önce, gensoruda dile getirilen, kimi somut sorulara yanıt vermek istiyorum, örneğin buğday konusu. Ermenistan’a verilen buğdayın ne hibe ne yardım ne de satışla ilgisi vardır.
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) — Nedir bu, hukukî terimi nedir?
ATİLLA MUTMAN (Devamla) — Bu ülkeye, Avrupa Topluluğu kredisiyle Fransa tarafından yollanan ve Gürcistan’daki olaylar nedeniyle teslim alınmayan buğdaya karşılık, sadece bir ödünç verme işlemidir. [RP sıralarından “Bravo” sesleri alkışlar (!)] Ermenistan’a Avrupa tarafından yollanan buğdayın, olaylar nedeniyle Gürcistan’dan geçmemesi sonucunda ülkemizden transit olarak, karayoluyla taşınması, uluslararası kurallar ve anlaşmalar gereği istenmiştir ve bunun, AT buğdayının bu ülkeye aynen aktarılmasının sağlanmasından herhangi bir farkı yoktur.
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) — Helikopter istediler, 5 tane helikopter verin.
MELİH GÖKÇEK (Ankara) — Azerbaycan’a ödünç silah versenize.
ATİLLA MUTMAN (Devamla) — Sayın milletvekilleri, önergede Ermenistan’a yapılan enerji yardımından söz edilmekte ve bu yardımın ateşsiz silah yardımı anlamına geldiği ileri sürülmektedir. , Doğrudur; ama Ermenistan’a ne zaman, kim, ne kadar enerji yardımında bulunmuşsa, bunda ne Hükümet ne ilgili bakan ne de TEK haberdardır. (RP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN — Değerli arkadaşlarım, lütfen karşılıklı’konuşmayalım. Bakın, açıklamaları dinledikçe, faydalı şeyler anlaşılıyor. (RP sıralarından alkışlar (!)) Alkışlayın diye söylemiyorum; buğdayları kurtardınız, insanları da kurtaracaksınız, sabredin. Devam buyurun.
ATİLLA MUTMAN (Devamla) — Sayın Abdullah Gül’ün ifadesinden anladığım kadarıyla, bu, gerekçe bölümünde yazılmış yanlış bilgidir; ama, daha da önemlisi, Hükümet, aldığı bir kararla, sözleşmeyi imzalamamış, onaylamamış ve böylece, yürürlüğe girmemiştir. Kısacası, Ermenistan’a Türkiye tarafından, bırakın megavatı, tek kilovat dahi elektrik enerjisi verilmemiştir.
MELİH GÖKÇEK (Ankara) — Anlaşmayı ben mi yaptım?!
ATİLLA MUTMAN (Devamla) — Dolayısıyla, önergede ileri sürülen sav, tümden yanlış ve geçersizdir.
MELİH GÖKÇEK (Ankara) — Anlaşmayı ben mi yaptım?!
BAŞKAN — Efendim, sözcünüz konuştu, herkes sükûnetle dinledi; rica ediyorum…
ATİLLA MUTMAN (Devamla) — Siz, gerçeklere değer veren milletvekilleri, bu gerçekleri söylemek, teferruatıyla uğraşmaktan daha basittir ve netice verir.
BAŞKAN — Sayın Mutman, siz de lütfen Genel Kurula hitaben devam buyurun.
ATİLLA MUTMAN (Devamla) — Değerli milletvekilleri, yurt dışında hoşunuza gitmeyen gelişmeler olduğunda bunu durdurmak ister, hoşnutsuzluğumuzu dile getirir ve bunun çarelerini ararız. Aradığımız çareler, görevimizi, bilgilerimize ve konumumuza uygun olmalıdır. Kahve sohbetinde, tüm Silahlı Kuvvetlerimize görev verip, uçaklarımızla, topumuz, tüfeğimizle kısa sürede saldırgan Sırpları ya da Ermenileri cezalandırmak kolaydır, ya da düşündüğümüz bu fikirleri hiç aklına getirmediği için Hükümet görevlilerini ağır bir dille eleştirir, yerin dibine geçirebiliriz; ancak, yasama görevlisi arkadaşlarımızın, bu Meclis çatısı altında, devlet sorumluluğunu taşıyan bir Hükümet içinde, aynı konudaki fikir alışverişinin düzeyi, doğal olarak değişir. Çünkü, yasama görevi üstlenen kişilerin, uluslararası sözleşmelerden, ikili ve çok taraflı anlaşmalardan, dünya dengelerinden, ülkesinin olanaklarından, ana hatları belirlenmiş dış politikasından ve en azından, üzerinde konuştuğu ülkenin dünya haritası üzerindeki konumundan bilgisi olmalıdır.
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) — Haberi olması lazımdır.
ATİLLA MUTMAN (Devamla) — İş böyle olunca, bu çatı altındaki konuşmalar ve yaklaşımlarla, kahve sohbetleri arasında ciddî farklar oluşur. Dost tartışmalarında, 3,5 milyonluk Ermenistan’ı birkaç saatte işgal edebilirsiniz; ama iş resmiyete binince, bu duygusal yaklaşımların, bizi, ancak, sonu hüsran maceralara götüreceğini de biz iyi biliriz.
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) — Kıbrıs’ta hüsran mı oldu?!
ATİLLA MUTMAN (Devamla) — Geçtiğimiz ay Yüce Mecliste Bosna-Hersek’i konuşurken benzeri eleştiriler yapıldı ve sizler tarafından yapıldı…
MUSTAFA BAHRÎ KİBAR (Ordu) — Arslan sosyaldemokrat!
ATÎLLA MUTMAN (Devamla) — Bazı arkadaşlarımız, yaptıkları heyecanlı konuşmalarla, Bosna-Hersek’te insan kıyımının durdurulmasını, Hava Kuvvetlerimize mensup savaş uçaklarının kaldırılıp Sırpların bombalanmasını istediler. Bu arkadaşlarımız, en ufak müdahalenin ülkemize nelere mal olacağını, bölgede nasıl bir yangın çıkartacağını, hangi ülkelerin karşı müdahalesine muhatap kalacağımızı, uçaklarımızın menzilini, gücünü bilmedikleri gibi, Bosna-Hersek’e ulaşmak için hangi ülkelerin üzerinden, nasıl geçeceğimizin, nasıl geriye dönebileceğimizin ve nerede yakıt ikmali yapacağımızın yanıtını bile veremediler.
ALİ OĞUZ (istanbul) — Korkmayın!
HÜSEYİN ERDAL (Yozgat) — Bu kadar korkmayın!
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) — Kapını kapa, içeride otur!
ATİLLA MUTMAN (Devamla) — Ama, şimdi ortaya çıkan duruma ne diyorlar acaba? Türk Hükümetinin zorlamaları, baskıları, kulisleri ve önerileri doğrultusunda Birleşmiş Milletlerin aldığı kararla 18 uçağımızın Roma’ya gitmesi gerekiyordu, karar Birleşmiş Milletlerindi ve yine Birleşmiş Milletler üyesi olan Bulgaristan ve Yunanistan uçaklarımızın hava sahaları üzerinden geçmesine müsaade etmedi!.. • ÖMER EKİNCİ (Ankara) — Ermenistan’a müsaade ediyorsunuz.
ATİLLA MUTMAN (Devamla) — Birleşmiş Milletlerin müsaadesi olduğu halde, etmedi. Azerbaycan konusu da böyle… Her türlü uluslararası hukuk kurallarını çiğneyerek, komşusu olan ülkenin topraklarını işgale kalkışan, çoluk çocuk, genç yaşlı demeden, sivil halkı katleden Ermenistan’a karşı bu Yüce Meclis çatısı altında infial duymayan, onları durdurmak istemeyen, böyle bir olanağı olduğu halde onu kullanmaktan kaçınan tek bir insanın bulunduğunu düşünmek yanlıştır.
HÜSEYİN ERDAL (Yozgat) — Hükümet hariç tabiî; Hükümet korkuyor!
ATİLLA MUTMAN (Devamla) — Ama, karşınızda, Türkiye’nin en ufak müdahalesini savaş nedeni sayacağını ima eden bir Rusya varsa, Ermenistan’a hemen her türlü yardımı gizli açık yapmaya devam eden, Azerbaycan’a ve Türkiye’ye komşu İran varsa, sizin de temkinli olmanız gerekir.
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) — O, Demirel’in erken seçim tehdidine benziyor.
ATİLLA MUTMAN (Devamla) — Burada, müdahale aşamasına gelinmeden önce, tüm siyasal ve diplomatik çarelerin zorlanması ve tüm olanakların denenmesi gerçeği ortaya çıkmaktadır. MUSA DEMİRCİ (Sivas) — Kimin adına konuşuyorsun?
ATİLLA MUTMAN (Devamla) — Ermeniler, doğudan Ermenistan, batıdan Dağlık Karabağ ve güneyde Laçin’den topyekûn bir saldırı başlatmaşlardır. Durum, vahametini korumaya devam ediyor. 4 Nisan’da Kelbecer, daha sonra Karabağ ile Ermenistan arasındaki Azeri toprakları fiilen işgal edilmiştir. Bu şekilde, kuzeyden ikinci bir koridorla, Sayın Abdullah Gül arkadaşımızın dediği gibi, Dağlık Karabağ Ermenistan’a bağlanmak istenmektedir. Fizuli üzerinden baskı devam etmekte, güneyde Zengilan ve Kubatlı’ya yönelik saldırılar sürmektedir. Böyle giderse, Karabağ’ın güney ucuyla, İran sınırı birleşmiş olacak, Zengilan ve Kubattı tümüyle arkadan sarılacaktır.
DEMİRCİ (Sivas) — Sen Hükümet bildirisini oku.
ATİLLA MUTMAN (Devamla) — Bu durum, Türkiye’nin Orta Asya Türk cumhuriyetleriyle yürütmeye çalıştığı petrol politikasına da tamamıyla ters düşmektedir. Türkiye, ekonomik ve siyasal çıkarlarını baltalayacak böyle bir fiilî durumu kabul edemez. Ayrıca, Ermeni saldırısıyla karşılaşan ve yaşamsal tehlike içinde bulunan sivil halkın, hızla tahliyesi için, insancıl bir yaklaşımla, “Türkiye niye helikopter vermedi?” diye sorulmaktadır. Diğer taraftan, mevcut helikopterlerin niteliklerini incelememiz gerekir. Elimizdeki helikopterlerin menzili Azerbaycan’a uçuşa elverişli değilse, escale yapıp benzin alınacak yer yoksa…
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) — Sayın Mutman, aman neler söylüyorsunuz!
ATİLLA MUTMAN (Devamla) — … ayrıca, helikopterlerin toplu taşımaya yönelik fonksiyonları bulunmuyorsa, helikopter verilemez.
,HÜSEYİN ERDAL (Yozgat) — Nakliye uçağı verelim. .
AHMET FEYZİ İNCEÖZ (Tokat) — Bu, ordumuza hakarettir.
ATİLLA MUTMAN (Devamla) — Bunları araştırmadan uluorta yorum yapmak hakkaniyete sığmaz. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sovyet Rusya’nın dağılmasından sonra, yetmiş yıl komünist sistem altında yaşamış olan Azerbaycan şimdi bağımsız bir devlet haline gelmiş, kardeş ve dost bir ülkedir. Bu ülkeyle dil ve din birlikteliğimiz olduğu gibi, köklü ve tarihî bağlanınız da vardır; ama bu ülke, ülkemizin bir vilayeti değil, ayrı bir bağımsız devlettir. Onların, bizim; bizim de onların içişlerine karışma yetkimiz ve sorumluluğumuz bulunmamaktadır.
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) — Nasıl beraber olacağız?
ATİLLA MUTMAN (Devamla) — Birbirinden ayrı olan devletlerin bulundukları coğrafî konumları, ekonomik, politik ve sosyal durumları, onların izleyecekleri stratejileri belirler. Bu strateji bizimse, onlar; onlarınsa, biz saygıyla karşılarız, örneğin, Azerbaycan’ın uğradığı saldırıya, toprak işgaline rağmen, diğer Türk cumhuriyetleri beklenen desteği vermemişse, bundan hoşlanalım ya da hoşlanmayalım, buna müdahale hakkımız yoktur.
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) — Onlar kendileri ayakta duramıyor.
ATİLLA MUTMAN (Devamla) — Biz bu durumu zorunlu olarak karşılarız; yani onların durumunu, içinde yaşadıkları zorluğu, ikili anlaşmalarını, hatta psikolojilerini biliriz ve anlayışla karşılarız ve yine, hiçbir Türk cumhuriyetinin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini hâlâ tanımamış olmasının nedenlerini bilir ve bunu da mecburen anlayışla karşılarız.
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) — Biz onlara göre değil, bize göre düşünürüz.
ATİLLA MUTMAN (Devamla) — Bu dost ve kardeş ülkeler, bizim sorunlarımızı, bağlantılarımızı, çabalarımızı ve yaklaşımlarımızı çok iyi bilmekte, görmekte ve anlayışla karşılamaktadırlar. , Değerli milletvekilleri, Türkiye, kendisini saldırgan durumuna sokacak bir askerî operasyona girişmemelidir.
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) — Giremiz. « HÜSEYİN ERDAL (Yozgat) -^ Zaten giremiyorsunuz.
ATİLLA MUTMAN (Devamla) — Böyle bir durum karşısında, Ermeni lobisiyle, uluslararası toplumu kolayca etkileyebilen Ermenistan, saldırganlığını unutturup, mazlum devlet rolüne bürünecektir.
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) — Keşke TRT verse bu konuşmayı da, millet dinlese!
BAŞKAN — Sayın Kazan, süreniz dolmak üzere, toparlar mısınız (!)
ATİLLA MUTMAN (Devamla) — Siz o işi basitleştirirsiniz, tutanakları alıp herkese gönderebilirsiniz Sayın Kazan. Sonuç olarak, Türkiye, Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki bansın, AGtK çerçevesinde, toprak bütünlüğü, sınırların değişmezliği ve insan haklarına saygı ilkelerine bağlı olarak tesisi için-her türlü çabayı göstermektedir. Bu görüş ve düşüncelerle, Azerbaycan konusunda üstüne düşen görevi fazlasıyla yapan ve bundan böyle de yapacağına inandığımız Sayın Başbakan ve Hükümet üyeleri hakkında açılması istenilen gensoru istemine “hayır” oyu vereceğimizi bildiriyor, bu vesileyle, şahsım ve Grubum adına Yüce Meclise saygılarımı sunuyorum. (SHP ve DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN — Teşekkür ediyorum Sayın Mutman. Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Sayın Algan Hacaloğlu, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) — Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; gündemde bulunan Azerbaycan ile ilgili gensoru önergesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış olmam nedeniyle huzurunuzdayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli arkadaşlarım, Azerbaycan’da, özellikle son bir yıldır, geçen yılın başından beri süregelmekte olan can kaybına, cefaya, eziyete; insanları evlerini, barklarını, yurtlarını terk etmelerine neden olan ve yörede barışı, dengeyi, istikrarı bozan gelişmeler, doğaldır ki, Türkiye’nin ulusal çıkarlarını yakından ilgilendirmektedir. Sorun, sadece ulusal çıkarlar açısından önemli değildir. Ondan öte, bu olaylar çerçevesinde gene bilinmektedir ki, önce Dağlık Karabağ’da başlayan Ermenistan’ı istila, güç kullanarak etnik temizleme anlayışıyla yarattığı emrivaki, şimdi, son zamanlarda, Azerbaycan’ın kendi yurdunda, Ermenistan ile Karabağ arasında koridor açma uygulamasına ve fiilî işgale dönüşmüştür. Dağlık Karabağ’da yaşayan Ermeni kökenli insanların, insanî yardım ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik koridor açma gereksinimi olarak ileriye sürülen; ama, giderek fiilen Azerbaycan topraklarının yüzde 10’unun işgaliyle sonuçlanan bu uygulamalara, doğaldır ki, Türkiye hem sınır komşusu bir ülkede olan olaylar olarak hem de Kafkasya’da Türkiye açısından en önemli konumda olan kardeş Azerbaycan’ın bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü zedeleyen, sınırlarını güç kullanarak değiştirmeye yönelik bir tehdit ve işgal karşısında duyarsız kalmaması gereken bir durum olarak önemli bir olay olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Bu konuda, bundan iki hafta evvel, bir genel görüşme istemi vardı. O genel görüşmenin öngörüşmelerini yaptık, bugün de genel görüşmeye geçeceğiz. Gruplara bu konuda yarımşar saat konuşma hakkı verildi. Şimdi, ayni konuda değişik söylemlerle, bir gensoruyla karşı karşıyayız. Cumhuriyet Halk Partisi olarak, Parlamentonun şu anda izlemekte olduğu tartışma yöntemini, Parlamentonun çalışma sisteminin bir eksikliği, yanlışlığı olarak görmekteyiz. Çok önemli olan bir konuda, Türkiye’nin dış siyaseti açısından yaşamsal önemdeki bir konuda, daha evvel başlamış bir genel görüşme tamamlanmadan, o genel görüşmenin görüşüleceği gün, o konuda bir gensorunun gündemde yer alabilmekte oluşu, doğaldır ki, Parlamentonun, görevlerini yaparken, âdeta çifte dikiş gibi, tekrar tekrar aynı konularda görüşlerini dile getirmek zorunluluğunu doğurmaktadır. Bu nedenle, Cmuhuriyet Halk Partisi olarak biz, bu gensoru maddesi üzerinde görüşlerimizi, biraz evvel özetlediğim, konunun önemini çerçeveleyen boyut dışında devam ettirmek düşüncesinde değiliz. ” > Konu önemlidir; gensoru haklı gerekçelerle verilmiştir; ancak, bugün gündemin alt sırasında yer alan genel görüşmede, 30 dakikalık süre içerisinde görüşlerimizi ayrıntılarıyla dile getireceğimizden, gündemin bu maddesi üzerindeki sözlerimi burada noktalıyorum. Bu vesileyle, hepinize saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN-^Teşekkür ederim Sayın Hacaloğlu. Gensoru önergesi üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına, tzmir Milletvekili Sayın Nevzat Çobarioğlu’nu kürsüye davet ediyorum. Buyurun Sayın Çobanoğlu. (DYP sıralarından alkışlar)
DYP GRUBU ADINA NEVZAT ÇOBANOĞLU (tzmir) — Sayın Başkanım, çok değerli milletvekillerimiz; Refah Partili kardeşlerimizin verdiği gensoru önergesi hakkında Doğru Yol Partisinin görüşlerini arz etmek üzere huzurlarınızdayım; hepinizi saygıyla selamlarım. \ Tabiî, buradaki konuşmalarımız, sefaretler, konsolosluklar kanalıyla, altına onların da yorumları eklenerek yabancı ülkelerin başkentlerine gidecek ve bu başkentlerdeki yöneticiler, karar mekanizmaları, Türkiye hakkında karar verecek. Bu tip konuşmalar hakkında, örneğin İngiltere’de, parti liderleri arasındaki konsensüse göre, gerektiğinde Başbakanlıkta toplanılır, devlet de gelir, parti liderlerine bilgi verir ve alınacak tedbirler, orada, kapalı kapılar ardında görüşülür. Tabiî, görüşmelerin açık olmasının güzel tarafları da var; demokratik idare, çok sesli bir idare; ama sakıncaları, dezavantajları da var; yabancı ülkelere tavrımızı açıkça belirtmiş oluyoruz. Arz ederim. * Dış politika çok önemli; çünkü, bir ülkenin bekasıyla ilgili, bir ülkenin varlığıyla ilgidir. biz Viyana kapılarından Sakarya kıyılarına kadar, ordular ordularımızı kovarak, çanlar ezanlarımızı boğarak gelmedik. Mehmetçik izmir kıyılarında sön düşmanı denize dökerken ne kadar kahramanca savaştıysa, ne kadar yürekli savaştıysa, bütün savaşlarda o Mehmetçik kahraman kaldı, yürekli kaldı, disiplinli kaldı; ama, iki savaş, iki okul arasında oldu, iki medeniyet arasında oldu ve nihayet iki millî politika arasında oldu. Millî politika bu kadar önemli bir konu. Bu iki önemli konu, bizim Dışişleri Bakanlığımızda nasıl oluşturuluyor, kısaca ona değineyim. Bir kere, her ulusun millî menfaatları var. Millî menfaat demek, devletin güvenliği, halkın refahı, millî kültürün devamlılığı ve tarihte ilelebet var olabilmek demektir. Bugün İngiliz ulusal menfaati da bu, Amerikan ulusal menfaati da bu, Rus ulusal menfaati da bu, Türk ulusal menfaati da bü… Ülkeler, bu ulusal menfaatin altında, uzun vadeli stratejik durum değerlendirmesine göre -ki, büyük ülkelerde bu bir iki sene sürer- millî hedeflerini tespit ederler. Bizim millî hedefimiz, Atatürk’ün buyurduğu gibi, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak ve hatta onu geçmek. İşte bizim millî hedefimiz bu; genç Türkiye Cumhuriyetinin, kurulduğu günden bugüne kadar düşünülen hedefi bu. y Bu ulusal hedefin altındaki bizim ulusal politikamız ise, yurtta sulh; yani evde sulh, komşuda sulh, mahallede sulh, köyde sulh, ilçede sulh, ilde sulh, ekonomide sulh, sosyal barış, cihanda sulh, dünyada sulh, hatta fezada sulh. Bugün Sovyet ve Amerikan casus uyduları fezada dolaşıyor; gücümüz olsa, onların da arasına gireriz. Bu millî politikaya paralel olarak beşer yıllık dilimler halinde ekonomik politikamız tepit ediliyor; buna paralel olarak savunma politikamız tespit ediliyor; buna paralel olarak iç ve dış politikamız ve sosyal ve kültürel politikamız tespit edilmekte. Tabiî, bizim politikamızın oturduğu strateji bu; ama, ülkelerin içinde bulundukları durumlara göre, dış işlerimiz, metodolojide selektif politika uygulamaktadır, örneğin, Bulgaristan’a uyguladığı bir politikayı Yunanistan’a uygulamaz veya Yunanistan’a uyguladığı bir politikayı da Azerbaycan’a uygulamaz. Millî hedefi değiştirebilirsiniz… Tabiî, devletin refahını, devletin güvenliğini başka bir tarafta görebilirsiniz; bir ülkenin işgalini düşünebilirsiniz… Bu millî hedefe göre, otomatikman millî politika değişecek, buna paralel olarak da devletin ekonomik yapısı, bütçe politikası değişecek… örneğin, silah mı, ekmek mi?.. Biz, Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak bugünlere silahla ekmek arasında denge kurarak geldik, tşte, bugün bu nedenle, burada şeref dolu nağmeler terennüm ediyoruz. Eğer millî hedefteki değişikliğe göre bir ülkenin işgalini düşünüyorsanız, o zaman silaha ağırlık vereceksiniz, vatandaşın ekmeğinden dilim dilim koparacaksınız. Bugün silahların ne kadar sofistike olduğunu görüyorsunuz. Bakın, Körfez Harekâtında, Avrupa, elindeki silahların İkinci Dünya Harbinden kaldığını görerek müdahalede gecikti. Yaşamı savaş alanlarında geçmiş Mustafa Kemal dahi diyor ki; “Bir milletin hayatiyetinin ve toprak bütünlüğünün müdafaası dışında, savaş, cinayettir.” Tabiî, millî hedefte değişiklik yaparsak, o zaman silahlı kuvvetlerimizi ve savunma politikalarımızı yeniden gözden geçirmemiz gerekecektir. Diyelim ki, 300 uçağınız var, bunu 5 bine çıkarmaya çalışacaksınız, yani hedefin durumuna göre yapacaksınız ki, bu da sekiz ya da on senenizi alır. Biz, hazırlıksız katıldığımız muharebelerin içinden gelmiş bir milletiz. Birinci Dünya Harbine hazırlıksız girdik; 7 cephede savaştık; 375 bin şehit ve 15 bin de kayıp verdik. Sonunda da Türkiye’yi Sevr Muahedesine getirdik. Yine hazırlıksız katıldığımız bir savaşta Allahüekber Dağlannda 90 bin Mehmetçiğimizi buzların içerisinde dondurduk… Yeri gelmişken, savaşların maliyetlerine de değinmek isterim. Körfez Harekâtının maliyeti 600 trilyon, yani Türkiye bütçesinin iki katıdır. Somali’ye 300 kişi gönderildi; bunun 6 aylık maliyeti 116 milyar… İtalya’ya bir filo gönderildi, maliyeti 400 milyar… tki tane sınır ötesi harekâtın maliyeti 2,6 trilyon, Sırbistan’a bir tugay göndermeye kalkalım maliyeti 1.160 trilyon olur… Çevremizdeki komşu ülkelere göz attığımızda, genç Türkiye Cumhuriyetinin dışındaki, yani 1920’Ierde kurulan devletlerin dışındakilerinin, Balkanlar’da, Karadeniz’deTKafkaslarda bulunan devletlerin tümünün sınırları altüst olmuştur; ama, Türkiye Cumhuriyeti sınırlarında, bugüne kadar uyguladığı millî politika sayesinde hiçbir değişiklik olmamıştır. Dış politikada, aktiflik veya pasiflik diye bir terim de yoktur; önemli olan, ulusal menfaatların ve çıkarların gözetilmesidir. Aktif politika, bütün ihtilafların içine Türkiye’nin sürüklenmesi demek de değildir. Bosna – Hersek’e Mehmetçik, Somali’ye Mehmetçik, Azerbaycan’a Mehmetçik, Kuzey Irak’a Mehmetçik, hatta Hindistan’a Mehmetçik… Mehmetçiğin kanı da bu kadar ucuz değil… (DYP sıralarından alkışlar)
AHMET DÖKÜLMEZ (Kahramanmaraş) — Somali’de ucuz değil mi?..
NEVZAT ÇOBANOĞLU (Devamla) — Değerli milletvekillerimiz, kısaca Azerbaycan ile direkt ilgili olan Bağımsız Devletler Topluluğuna da değinmek istiyorum, Bağımsız Devletler Topluluğu, Almanya gibi ingiltere gibi bir devlet değil, Amerika gibi federasyon veya konfederasyon da değil, AT gibi entegrasyon bir devlet de değil. Aralarında 200’e yakın anlaşma var. Son olarak, Taşkent’te bizimle ilgili -dikkatlerinizi çekerim- bir zirve anlaşması oldu. Bu ortak güvenlik anlaşmasına Rusya, Kazakistan, Özbekistan, Tacikistan ve Kırgızistan ve Ermenistan katıldı. Anlaşmanın özü şudur: Taraflardan birine yapılan saldırı, tümüne yapılmış kabul edilecektir. Yani, NATO Anlaşmasanın aynıdır. Rusya’nın, Bağımsız Devletler Topluğu üzerinde etkisi var ve ayrıca bu cumhuriyetlerde 25 milyona yakın Rus azınlık var. Bugün Kafkaslar’da 3 milyon, Orta Asya’daki Türkî cumhuriyetlerde de 11 milyon Rus azınlık var. Malî konular aynı, para aynı, alfabe aynı; Özel güvenlik sorunları var ve hemen hepsi, etnik konularda Rusya’ya bakıyor. ABD Genelkurmay Başkanı Golin Pöwel, “şimdi ve gelecekte, Sovyetler Birliği, Amerika Birleşik Devletlerini 30 dakikada yok edebilecek nükleer kapasiteye sahip tek ülke” diyor. Bu duruyor. Zannediliyor ki, imparatorluk dağıldı, Sovyet harp makinesi de uçtu. Hayır, duruyor. Ayrıca, 32 bin tankın -AKKA’ya göre-13 bini batıda konuşlandı, gerisi de depolarda bekliyor; elaltından da bazı ülkelere satılıyor. 10 000 uçaktan 6 800’ü şu anda uçuyor ve diğerleri satılıyor. * Tabiî, Türkiye’nin üzerinden üç tane, beş tane uçağın geçmesi önemli değil. Avrupa’daki, Amerika’daki azınlıklar, Ermeni azınlıklar para topluyor, Ruslara veriyor, Ruslar da bunları Ermenilere, muhtemelen, satıyor. Ağır silahlar bunlar, tanklar. Yine, Avrupa Müttefik Kuvvetleri Komutanı John Galvin, olması muhtemel şartlar içinde her türlü askerî gücün kullanılabileceği görüşünü ileri sürüyor ve diyor ki: “Hepimiz tarihten biliyoruz ki, sorunlar, çoğunlukla ülkelerin dikkatleri kendi iç problemlerinden dış durumlara yönlendirilmesi halinde ortaya çıkmaktadır. Dürüst olarak söylemeliyim ki, Rusya’da böyle olmamasını temenni ederim. Bununla birlikte, şu anda dahilî sorunlar kaçınılmaz görünüyor.”
ZEKİ ERGEZEN (Bitlis) — Ama hep Müslüman kanı akıyor.
NEVZAT ÇOBANOĞLU (Devamla) — Kızılordu, Bağımsız Devletler Topluluğunu pek hazmetmiş değil, pek sıcak bakmıyor. Yeltsin’in de durumu iyi değil. Yeltsin, bizim Kafkasya ve Orta Asya Türk cumhuriyetlerindeki tutumumuzdan da endişeli.
ZEKİ ERGEZEN (Bitlis) — Sizin de durumunuz iyi değil.
NEVZAT ÇOBANOĞLU (Devamla) — Geçenlerde yayınlanan BBC’nin haberi de enteresan: “Rus birlikleri çekiliyor, yerini Bağımsız Devletler Topluluğu birlikleri alıyor.” Bir kere, Türkiye Cumhuriyetinin, Sovyetler ile 500 yıllık ilişkisi var. Biz, Rusya’ya rakip değiliz; dayanışma içinde olması gereken iki büyük Avrasya ülkesiyiz. Bölgedeki sorunlar her iki ülkeyi de rahatsız eder. Gerginlik odak noktalarının kaldırılıp, refah ve işbirliği ortamının yaratılması çabasındayız. Ermeni yangının söndürülmesi, hem Sovyetlerin hem de Türkiye’nin menfaatınadır. Sovyetlerdeki liberalleşme ve demokratikleşme reform politikasının başarıya ulaşmasına yardımcı olmaya çalışıyor ve başarılı olmasını diliyoruz. Brejnev Doktrini öldü. Onun yerini alan Sovyet Gennadi Gerasimov’un, “Sinatra Doktrini” adını verdiği, her ülkenin kendi kendini idare etmesi esasına dayanan bir sistem geldi. Dileriz, bu sistem Rusya’da devam eder. Azerbaycan, Bağımsız Devletler Topluluğundan çıktı, 1992 yılı Ortak Güvenlik Anlaşmasına katılmadı; ülkesinde 2 000 – 2 500 Rus askerî var; ülkede hiçbir Rus askeri istemiyor ve silahlı kuvvetlerini de daha yeni organize etmeye başladı. Ermenistan, Bağımsız Devletler Topluluğuna tam üye; 1992 yılı Taşkent Kolektif Savunma anlaşmasına katıldı; ülkede 7 000 – 8 000 Sovyet askeri var -yani, bir motorlu tümenin,. 7 nci Kolordunun silahlarının da bir kısmını aldı- millî ordusunu 1988’den beri organize ediyor. İngiltere’de, Fransa’da, Amerika’da arkadaşlarınız varsa, onlara sorun; oralarda kiliselerde dahi para toplantı ve bu paralarla Ermenistan, 1988’de silahlanmaya başladı. Şu anda, Ermenistan’ın silah miktan, Azerbaycan’ın silah miktarının iki katı; iki katı tank, iki katı top, iki katı uçak, iki katı silahlı helikopter, hem de modern helikopter… Bu politik ve askerî durumdan görüleceği üzere, Ermenistan, bölgede zafiyeti olan Azerbaycan’a saldırdı, önce dünya kamuoyu önünde, azınlıkların hürriyetlerine karşı sempati duyulduğu düşüncesinden hareketle, Karabağ’ı isyana teşvik etti. Azeri-Ermeni arasındaki sorunlar, hem Batı hem Rusya tarafından, hatta tran tarafından da ilgi görüyor, ilgileniliyor. “Ermenistan’a yardımın bir kısmı üzerimizden geçti” deniyor; doğrudur. Nedeni, Ermenilerin millî menfaatlarının nerede olduğunu anlatabilmek ve onları evcilleştirmektir. Pek tabiî Ermenilerin uzun vadeli menfaatlarının nerede bulunduğu da kendi menfaatlarıdır. Helikopter yardımı yapılmadığından bahsedildi. 1947’de ABD ile yapılan anlaşmaya göre oraya helikopter gönderemezsiniz; gönderdiğiniz takdirde hemen anlaşmalar gözden geçirilir. Yani, üçüncü ülkeye gönderemezsiniz. Ayrıca, NATO Anlaşmasına göre de yine NATO’nun verdiği silahları üçüncü ülkeye gönderemezsiniz. Gerek Ermenistan’a gerekse Azerbaycan’a silah yardımı yapılması, gerginliği artırır. Şu anda silah tüccarları “Allah, Allah” diyor. Neden?.. Varşova Paktı dağıldı, silahlan satamıyorlar; NATO kuvvet indirimine gidiyor, silahlarını satamıyorlar; dünyada sorunlar azaldı, silah tüccarlarının fabrikaları kapanıyor, öyleyse, siz eğer Azerbaycan’a silah yardımı yaparsanız, Ermenilerin parası çok, onlar daha çok bu silah tüccarlarından faydalanır. Bu da gerginliği gerektirir.
OĞUZHAN AStLTÜRK (Malatya) — Zaten alıyorlar.
NEVZAT ÇOBANOĞLU (Devamla) — Sayın Başbakanımızın “Adriyatik’ten Çin’e kadar Türk dünyası şekillenmeye başlamıştır” sözleriyle de Panturanizm hedefimiz yoktur ve Türkiye Cumhuriyeti de bu ülkeleri yönetmeye talip değildir. Rus sefiri böyle bir söz etti de ona cevap veriyorum. Biz, ülkelerin bölünmesine değil, Türkiye’nin ortak dünya uygarlığına çok daha kapsamlı yardım etmesi düşüncesindeyiz. Bu ülkelerde, imkânlarımız oranında, ekonomik ve kültürel refah ve işbirliği yaratılmasına çalışıyoruz. Atatürk’ün söylediği gibi, bize yeter bu topraklar, bize yeter bu gök kubbe. “Türkiye, bu sorunun çözümüne Rusya’yı ortak etmiştir” dendi. Türkiye, hem kendi coğrafyasının hem de bölge coğrafyasının ulusal politikasını uygulayacaktır. Biz, gerek Kafkasya’ da gerekse Balkanlar’da komşumuz Rusya’yı karşımıza alarak değil, özellikle Rusya’yı yanımıza alarak bölge barış ve güvenliğinin sağlanacağına inanıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin her iki tarafa müşterek ilkeli, prensip sahibi bir yaklaşımı var. Yeni uluslararası sistemde kuvvete başvurarak toprak kazanmanın yeri olamaz. Bunun için tüm ülkeler, içindeki azınlıklara, etnik gruplara AGİK çerçevesinde eşit insan hakları ve demokratik haklar sağlayacaklardır. Bu olmadığı takdirde, ayrılıkçı hareketlere tehlikeli bir mazeret sağlanır. Bu nedenle, bugün uluslararası toplum, bir sınavdan geçmektedir. Eğer Kafkasya ve Balkanlarda saldırganlık yoluyla elde edilen kazançlar mütecavizlerin yanına kâr kalmış gibi görünürse, yarın saldırgan eylem sahipleri de kendilerini yeni maceralara girme hususunda cesaretlenmiş bulacaktır. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN — Affedersiniz, otomatikman cihaz kapandı. Buyurun.
NEVZAT ÇOBANOĞLU (Devamla) — Saldırganlık, sarî bir hastalıktır, nerede görülürse önlenmesi gerekir. Bu nedenle biz, Kafkaslar ve Balkanlarda diplomasimizi bu noktalara teksif etmiş bulunuyoruz. Bugün gerek Balkanlarda ve gerekse Kafkaslarda mevcut fiilî tablonun iç açıcı olmayışı, Türk Hükümetinin savunduğu tezlerin geçersiz olduğunu değil, uluslararası toplumun henüz karşı karşıya bulundukları tehlikenin tam bilincinde olmadığını göstermektedir.
AHMET DÖKÜLMEZ (Kahramanmaraş) — Korkaklık daha büyük hastalıktır.
NEVZAT ÇOBANOĞLU (Devamla) — Bizim yaptığ imiz, gerek ikili ve gerekse çok taraflı ilişkilerde uluslararası topluma bu bilincin kazandırılmaya çalışılmasıdır. Türkiye Kafkasya’da büyük devlettir. Bu ülkeler kendi aralarında da geçinecekler, bizimle de, geçinecekler ve komşularıyla da geçinecekler. Biz taraf olursak, başkaları da taraf olur. Bizim temennimiz, Azerbaycan Parlamentosu mensupları, aralarındaki ihtilafları bir süre için buzdolabına koysunlar, Türkiye Büyük Millet Meclisinin İstiklal Harbinde yaptığı gibi yapsınlar. Türkiye Büyük Millet Meclisi, Atatürk’e üç aylık başkomutanlık yetkisi vermiş ve üç ay susmuştur. Rahmetli İsmet İnönü, “Türk ordusu geri çekilmeyi bilmez; ama, Kurtuluş Savaşında düzenli çekilmiştir” diyor, doğrudur; Türk Ordusu, taarruzu çok iyi becerir, savunmayı da çok iyi becerir; ama, tarihe bakın, ilk defa Sakarya kıyısına kadar düzenli çekilmiştir.
HÜSEYİN ERDAL (Yozgat) —; ‘Hükümet, ordunun elini kolunu bağlıyor; ne yapsın ordu?..
NEVZAT ÇOBANOĞLU (Devamla) — Ben sonuca geleyim. Devamlı savaşarak oluşmuş ve kılıçların darbeleriyle şekillendirilmiş Türkiye Cumhuriyeti… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN — Buyurun, devam edin Sayın Çobanoğlu.
NEVZAT ÇOBANOĞLU (Devamla) — Ben pilot olduğum için, dışa dönük olduğum için, bana dış politika konusunu verdiler.
OĞUZHAN ASİLTÜRK (Malatya) — Siz de havadan bakarak anlatıyorsunuz!
NEVZAT ÇOBANOĞLU (Devamla) — Uluslararası anlaşmaların ve uyuşmaların gittikçe önem kazanması sonucu, Körfez’de, ABD, harekâtı tek başına icra etme imkân ve kabiliyeti olduğu halde, ısrarla ittifaka katılan ülkelerin sonuna kadar yardımını temine çalıştı. Artık, geleceğin müdahaleleri -Birleşmiş Milletler, AGİK, NATO, Batı Avrupa Birliği -müttefikler arası olacaktır. Biz de, Azerbaycan’a ve Sırbistan’a, müttefiklerle beraber müdahale edeceğiz. Saygılarımı sunarım. (DYP sıralarından alkışlar)
HÜSEYİN ERDAL (Yozgat) — Hayal bu; bu hayalden vazgeçin. BAŞKAN — Teşekkür ederim Sayın Çobanoğlu. Şimdi, gruplar adına son konuşmayı yapmak için, Anavatan Partisi Grubu Sözcüsü, Ağrı Milletvekili Sayın Fecri Alpaslan’ı kürsüye davet ediyorum. Buyurun Sayın Alpaslan. (ANAP sıralarından alkışlar)
ANAP GRUBU ADINA H. FERİT ALPASLAN (Ağrı) — Muhterem Başkanım, saygıdeğer milletvekilleri; Yüce Heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. On gün önce aramızdan ayrılan, Türkiye’nin ve bölgenin, Türk dünyasının önemli liderlerinden, Muhterem ve Merhum Cmuhurbaşkanımızın hatırasını hürmetle yad ediyorum; kendisine Cenab-ı Hak’tan rahmet diliyorum. Muhterem Başkanım, biraz önce, son konuşmayı yapmak gibi bir arzumdan dolayı, bir müddet gecikme oldu; zatı âliniz de buna işaret ettiniz. Bundan maksadım, Doğru Yol Partisi ve Sosyaldemokrât Halkçı Parti gruplarına mensup milletvekillerinin, Ermenistan’ın Azerbaycan’a vaki son saldırılarından sonra, gruplarında meydana gelen gelişmeleri Yüce Heyetinize nasıl anlatacaklarına dair beklentim ve merakım idi. Bekliyordum ki, bu değerli milletvekilleri, bu son saldırılardan sonra, mezalim altında inleyen bu Müslüman kardeşlerimizin ıstıraplarına, acılarına, hissiyatlarına burada tercüman olsunlar. Yine Hükümeti müdafaa etsinler; ancak; meydana gelen bu sıkıntılardan dolayı da, gruplarının ve şahıslarının duyduğu infialleri anlatsınlar. Ben o takdirde, hazırladığım konuşmamın tamamım belki burada yapmayacaktım; ancak, Sosyaldemokrât Halkçı Parti tzmir Milletvekili, saygı duyduğum Sayın Mutman’ın ifadelerinde, Bosna-Hersek’e gönderilen uçaklarımıza, Yunanistan’ın, Birleşmiş Milletler kararına rağmen hava sahasını kapamasını burada bir mazeret olarak serd etmesi ve bunun hemen akabinde de Azerbaycan’daki sivil halkın bir mezalimden tahliyesi gerekçesiyle istenilen helikopterleri göndermede karşılaştığımız güçlükleri anlatması, doğrusu, calibi dikkat bir çelişki idi. Bizans Kilisesine mensup Ortodoks Sırplara her türlü silah, mühimmat ve akaryakıt yardımında bulunan Yunanistan’ın, aynı hadisede taraf olan Birleşmiş Milletler kararına uygun olarak uçak filosu göndermek isteyen Türkiye’ye gösterdiği engeli ortada iken, bizden, insanları sadece katliamdan kurtarmak ve insanî gayelerle onların, bir nevi tehcirlerine, bir nevi sürülmelerine yardımcı olmak üzere ve bizzat Azerbaycan Lideri Ebulfeyz Elçibey tarafından istenilen helikopterleri gönderememedeki zafiyetimizi anlatması, düşündürücüdür, elimdir. Hiçbir şey yapamıyor idiysek, Azerbaycan katliamında hiçbir kural tanımayan Ermenistan’a yaptığımız yardımları bari burada savunmamalıydık; hiç olmazsa bu noktada biraz, Türk ve İslam dünyasının liderliğine soyunan Türkiye’nin haysiyetine uygun bir tavır sergilemeliydik. Muhterem milletvekilleri, dünyaya baktığımızda iki çeşit ülke görürüz: Politikalar tespit eden, tatbik eden ve onları uygulatan ülkeler; bir de, bu politikalara peyk olan ülkeler. Hiç kimsenin, hiçbir hükümetin Türkiye’yi ikinci grup ülke konumuna sokmaya hakkı yoktur. (ANAP ve RP sıralarından “Bravo” sesleri alkışlar) Emekli asker, eski partidaşımız, arkadaşımız ve halen de dostluğundan şeref duyduğum İzmir Milletvekili Sayın Çobanoğlu’nun ekonomik planların yapılmasından, beş yıllık kalkınma planlarının gerçekleştirilmesinden, harp tarihine ait menkıbelerden ve Rus savaş gücünün buradaki ilanına ait konuşmalarından, doğrusu üzüntü duydum. Bizim tanıdığımız Cobanoğlu bu değildi. Biz, hiç olmazsa ondan, “evet, bugün Ermenistan’ın mezalimi altında inleyen bir dünya vardır ve Türkiye bu Ermeni mezalimine, kendisine tarihinin yüklediği ve İstikbale ait perspektifinin, şuurunun ve beklentilerinin tahmil ettiği görevi yapmakta, en hafif tabiriyle, gerekeni, bugünkü konjonktürel şartlar içerisinde, yapamamıştır” demesini bekliyorduk. Muhterem milletvekilleri, konuşmamı bugün hazırlarken, yine eski bir asker olan ve kendileriyle beraber bu sıralarda bulunmak şerefine eriştiğim Recep Ergun Paşam, askerliğe ait enteresan bir şey söyledi, “Devletler ve askerler kesinlikle maksatlarının arkasındaki maksatları belli etmezler.” Yani, bunun tercümesi şudur: Bir şeyi yapacak iseniz veya yapmayacak iseniz, her tavrınızla, her halinizle bunu ilan etmezsiniz; devlet ciddiyetinin gerektiğirdiği ketumiyet lazımdır. Eğer siz, bu kürsüden, Rusya’nın gücünü ilan eder ve korktuğunuzu belli ederseniz (ANAP ve RP sıralarından alkışlar) -bakın, bugün Zaman Gazetesi, “Rusya, Karabağ’ı istiyor” diye manşet atıyor. Şapoşnikov “Karabağ’daki meselenin düzeltilmesi bana aittir” diye artık bugünkü gazetelere demeç veriyor ve Cumhurbaşkanı Elçibey’in basın danışmanı Arif Aliyev, düzenlediği brifingle bunu doğruluyor- Türkiye’yi bu noktaya getirirsiniz ve maalesef bu noktaya getirmişsiniz. Burada bir noktaya geldik: “Ben bekledim, hazırladığım bütün konuşmaları yapmayacaktım, daha yumuşak bir üslupla konuşmamı geçiştirecektim” diye sözlerime başladım. Şimdi, iktidarı oluşturan her iki partiye mensup milletvekili arkadaşlarımızın beyanlarından şunu anlıyoruz ve biraz sonra bu kürsüye Dışişleri Bakanı Vekili olarak gelecek SHP genel Başkanı ve Başbakan Vekili Sayın İnönü’den de “Türkiye, artık lider devlet olma iddiasından sıyrılmıştır” ve Sayın Mutman’ın biraz önce burada -talihsiz bir beyanıdır- söylediği gibi, “Rusya’dan ayrılan Bağımsız Devlet Topluluklarına mensup herhangi bir ülke gibi olaylara seyirci olarak kalma görevini üstlenmiştir” demesini bekliyoruz. Çünkü, Türkiye’nin sergilediği politika, onun ifadesidir. Muhterem milletvekilleri, 3 Kasım 1992 tarihinde yüksek huzurlarınızda yine Ermenistan ile ilgili bir gensoru görüşülmüştü ve o gensoru önergesi münasebetiyle de Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek, bendenize nasip olmuştu. Ben, o görüşmelerde, Ermenilerin tarihine ait, Ermenilerle Osmanlıların münasebetlerine, ilişkilerine ait, Ermenilerin yakın tarihte ika ettikleri zulümlere ait birtakım tespitleri anlatmış, dünkü ve bugünkü tutumlarıyla Ermenilerin, o gün kendileri için düşünülen yardıma müstahak olmadıklarını arza çalışmıştım. Bugün, tekrar Ermenilerin bizimle olan münasebetlerini ana başlıklar altında gözden geçirmekte fayda vardır; zira, Azerbaycan topraklarında her gün biraz daha azgınlaşan bir Ermeni saldırganlığı yaşanmakta, Azerî toprakları parça parça işgal edilmektedir. Bu saldırganlık, üçyüz yıllık bir geçmişi olan ve Türk Milletine husumetle beslenen Rus-Ermeni ittifakının bir devamı ve sonucudur, nerede duracağı da belli değildir. Saygıdeğer milletvekilleri, 1828’de Kars ve Doğubayazıt’a giren Rus kuvvetlerinin içinde 90 bin gönüllü Ermeni vardır. 1862’de Ermeniler, Maraş-Zeytunluk’ta Rus silahlarıyla ayaklanmışlardır. 1895, 1915 ve 1918’deki Ermeni isyanlarının arkasında Rus desteği vardır. Yakın tarihimizde sayısız diplomatlarımızı şehit eden Ermenilerin nihayet bugünkü sınırlarının da Bolşevikler tarafından çizildiğini unutmamak gerekir, Büyük Ermenistan hayalî ve tarihî yayılmacılık politikası aleyhimizde kullanılmakta, Bolşevik rejiminde Mikoyan ve Agambegyan gibilerin iddiaları, Ermeni kuvvetleri tarafından işgal ve katliamla adım adım gerçekleşmektedir. Geçtiğimiz hafta Ermeniler, tarihî gerçekler ve uluslararası hukukun bütün belgelerine göre, bir Azerbaycan toprağı olan Dağlık Karabağ’da kesin bir üstünlük sağlamışlar, ardından, ihtilaf konusu olan Karabağ sınırları dışındaki 60 bin nüfuslu Kelbecer’e saldırmış ve burayı da ele geçirmişlerdir. 1915 ve 1918’de Doğu Anadolu Bölgesinde işledikleri katliamı Kelbecer’e yapmaya başlamışlardır. Bununla yetinmeyen Ermeniler, yine Dağlık Karabağ dışında kalan Fizuli ve Ağdam kentlerine saldırmaşlar ve bu suretle, Ermenistan ile Nahcivan arasında güneyde açılan koridora ilaveten, kuzeyde yeni bir koridor açmışlardır. Bu iki koridor arasındaki bütün Azeri toprakları işgal edilip, Karabağ fiilen Ermenistan’a bağlanmaya çalışılmaktadır. Geçen yıl Karabağ’da şelf determanisyonla yetinir görünen Ermeniler, artık bu sene bölgeyi fiilen ilhak arzusunu tatbike koymuşlardır. Muhterem arkadaşlar, tarih içerisindeki Rus-Ermeni ittifakı sonucunda bize yapılan saldırılar, bugün yeni bir boyut kazanmıştır. Biraz önce arz ettiğim gibi, Zaman Gazetesinin Moskova kaynaklı haberinde, Rus Başkomutanı Mareşal Yevgeni Şapoşnikov’un, Dağlık Karabağ özerk bölgesinin Rusya’nın kontrolüne alınabileceğine ait demeci yer almıştır. Dikkatlerinizi bir noktaya teksif etmek istiyorum muhterem milletvekilleri. Beş ay önce Hükümet hakkında verilen gensoru üzerinde burada yaptığımız konuşmada, Biz, Türk-Ermeni ilişkilerini kronolojik olarak tespitten sonra, Ermenilere buğday yardımında bulunulmasını, bu Hükümetin aczi ve dış politikadaki teslimiyetin bir neticesi olarak belirtmiştik; genel olarak, Hükümetin, dış politikada olaylara vaziyet edememesi, yanlış ve eksik tutumu ve teslimiyetçiliğini de çeşitli örneklerle anlatmıştık. Bu konuşmalarımız üzerine, şahsiyetine gerçekten saygı duyduğum, dostluğuyla da övün-. düğüm değerli Dışişleri Bakanımız Sayın Hikmet Çetin, cevabî konuşmasında, beni konudan konuya atlamakla itham etmiş ve “O kadar çok yanlış şeyler söyledi ki, hangi birini düzelteyim!” diyerek meseleyi geçiştirmişti ve hiçbir soruma da cevap vermemişti. Şimdi aradan beş ay geçmiş bulunuyor değerli milletvekilleri, ben, burada, Yüksek Heyetinize soruyorum : Hükümet, bugüne kadar izlediği politikalarla, Karabağ’da akan Azerî ve Müslüman kanını durdurabilmiş midir? Ayağa kaldırdığını iddia ettiği dünya ile beraber veya tek başına, Ermeni katliamının önüne geçebilmiş midir? Karabağ’ın ve Karabağ dışındaki Azerbaycan yerleşim birimlerinin işgalini önleyebilmiş midir? Buğday yardımıyla, yapmayı tasarladığı enerji yardımıyla, Türkiye üzerinden geçmesine izin verdiği uçaklara -içerisinde ne olduğu bilinmediği; ama, büyük ihtimalle mühimmat, silah ve askerî malzeme olduğu iddia edilen kolaylık ve muavenet gösterme politikasıyla acaba sonuç alabilmiş midir, akan kan durmuş mudur, işgal sona ermiş midir veya yavaşlamış mıdır? Hükümet bunların cevabını verirse, biz, gensoruya ret oyu vereceğiz. Eğer, bugüne kadar yaptığı gibi, kem kümle olayı götürürse, elbette ki, her Türk vatandaşı gibi, bizim, bu Hükümetin düşmesini istemek hakkımız vardır. (ANAP ve RP sıralarından alkışlar) Hiç başka söze gerek yok… Muhterem milletvekilleri, meşhur düsturdur: “Aç canavara karşı muhabbet, onun merhametini değil, iştihasını açar, hem de diş ve tırnağının da kirasını ister.” Bu düstur, bu Hükümete anlatılmak istenmiş; ancak, Hükümet bir türlü bunu anlamak istememiştir. Biraz sonra, Sayın İnönü, belki dış politika önemli bir alandır. Bizim yürüttüğümüz de çok büyük bir politikadır, dünya.politikasıdır. Dış politikada duygulara yer yoktur, duygusallığa yer yoktur; dış politika soğukkanlılık ister ve biz büyük ülke olma şartının gereği olarak bu politikayı takip ediyoruz, tatbik ediyoruz” diye huzurlarımıza gelecektir. Bugüne kadar dediklerinden bunu biliyorum. O zaman, “biz, Kazakistan’la eşdeğeriz; biz, Tacikistan gibi bir ülkeyiz” veya “Biz, Gürcistan gibi bir ülkeyiz” demesi gerekir. Ya onu diyecek veya “biz, büyük ülkeyiz” diyecektir. Eğer bunları diyecekse, Sayın Tez, biz, bunların doğru olmasını çok isterdik. Biz, bu ülkede yaşıyoruz ve bu ülkenin insanıyız; elbette ki, bu ülkenin büyük ülke olduğunu ve büyük ülkeye yaraşır politikaları tatbik etmesini en az sizler kadar görmek isteriz. Keşke öyle olabilseydi; keşke, büyük devlet olmanın gerektirdiği büyük politikalar yürütebilseydi; keşke, Rahmetli Turgut özaPın vukufiyet ve dirayetle ortaya koyduğu emperyal kültürün varisi olarak, Türkiye, Müslüman coğrafyasında işlenen cinayetleri ve akan kanı durdurabilseydi; keşke, cumhuriyet Hükümetimiz, bu evrensel hakikatleri, tarih şuuruyla ve geniş bir perspektifle dünyaya anlatabilseydi, dünyayı ayağa kaldırabilseydi… Sayın İnönü, sayın Hükümet, sayın üyeler; burada bulunan hiçbir siyasî parti grubu ve hiçbir milletvekili.Hükümetin dış politikadaki başarısızlığı üstüne iç politika hesaplan yapmaz, hiçbirimiz bundan memnuniyet duymayız. Bilinmelidir ki, dış politikada atılacak her doğru adımın, alınacak her gerçekçi kararın yanında ve içinde oluruz. Hiçbirimiz savaş çığırtkanlığı da yapmıyoruz. Ancak, korku ve zaaf emareleri, haricî tesirleri cesaretlendirir. İşte, bugün, Rus Mareşal Şapoşnikov’un artan cesareti ve kabaran iştahı, bizim dış politikamızın en son meyvesidir, Bu kararsız dış politika, Ermeni saldırganlığının ve cüretkârlığının en önemli teşvikçisi olmuştur. Eğer, Türkiye, Sayın Başbakanın dediği gibi, Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar uzanan Türk dünyasının lideri ise; eğer, Türkiye, bölgesel bir güç ise, 3 milyonluk Ermenistan’ın bu cürete yeltenebilmesi mümkün olmamalı idi. Ne çare ki, Türkiye’yi idare edenler, Türkiye’nin gücünü uluslararası ilişkilere aksettirme kapasitesinden yoksundurlar. Hükümetin, “ayağa kaldırdım” dediği dünya, gerçekten, Ermenistan’a her türlü yardımda bulunmak için ayağa kalkmıştır. Türkiye Cumhuriyeti ise, bu yardımların emin bir şekilde Ermenistan’a ulaşması için ayağa kalkmıştır. Buğday yardımının ardından, Ermenistan’a enerji verme girişimleri, Anavatan Partisi Grubunun yerinde ve zamanında yapılan müdahalesiyle askıya alınmıştır. Azerbaycan Savunma Bakanı Rahim Gaziyev, Hürriyet Gazetesine şu demeci vermiştir: “Türk Hükümetine değil, Türk halkına sesleniyorum: İnanıyorum ki, Türk halkı, Hükümetinin bu hareketine karşı tepkilerini dile getireceklerdir. Ermeniyi burada köşeye sıkıştırmışken, Türkiye’nin onlara enerji vermesi olacak iş değil. Bu olayı, Azerbaycan halkına ihanet olarak kabul ediyoruz. Bu, Türk halklarını parçalamak için dış güçlerin etkisiyle yapılmıştır.” Bu, demeç, Azerbaycan Millî Savunma Bakanı Gaziyev’in demecidir. Yine Azerbaycan İçişleri Bakanı İskender Hamidov,”Türk gardaşlarımız bizi arkadan vuruyor. Bana binlerce Azeri telefon ediyor, Türk Büyükelçiliği önünde protesto gösterisi yapmak istediklerini söylüyorlar. Ben onları engelliyorum. Bizim şanımıza yakışmaz Türk Büyükelçiliği önünde gösteri yaptırmak. Sonra, bizi istemeyen devletler ne derler!” diyor. Değerli milletvekilleri, bu çatının altında söylemeye dilim varmıyor ama, liderliğine soyunduğumuz, ağabeyliğini yaptığımız, hamiliğini yaptığımız ye 1921 Moskova Andlaşmasıyla bir nevi garantörlüğünü üstlendiğimiz bu ülkenin insanları, maalesef ve maalesef, Hükümetin, biraz sonra da çok başarılı olduğunu söyleyeceği bu politikasını yuhalamışlardır İşte, başarımızın (!) tescili, bu “yuh” seslerine karışarak göğe yükselen feryat ve figanlar olmuştur. 12 Nisan tarihli gazetelerde, Azerbaycan’ın, artık, Türkiye’den ümidini keserek, İran’dan yardım istediğini görmekteyiz. Elçibey, 32 nci Gün Programında, “Artık, Türkiye’den hiçbir şey istemiyorum” diyecek kadar ümitsizliğe kapılıyor. Başarımızın (!) bir delili olarak, Ermenilere buğday gönderen Hükümet, insanî mülahazalarla istenen helikopterleri gönderemiyor! Saygıdeğer milletvekilleri, Hükümetin dış politika alanındaki tavrı, Türkiye’deki siyasiler ve Azerbaycan yetkilileri tarafından eleştirilirken, herhangi bir olumlu davranış sergilemeyen Hükümet için bir eleştiri de, emekli büyükelçi ve Dışişleri eski Bakanı Osman Olcay’dan gelmektedir. Olcay, haklı ikazında “devlet, mütemadiyen konuşmaz” diyor ve Ermenistan sınırına yapılan askerî yığınak sonrasında, “biz bunu kesinlikle kullanmayacağız” şeklindeki açıklamanın sakıncalı olduğuna işaret ederek, “benim bildiğim, asker yığılır ve izah edilmez. Karşı tarafta ‘acaba’ dedirtecek bir davranışı olması lazım” diye sözlerini sürdürüyor. Kelbecer’e yapılan son saldırıyı takip eden cuma günü, Genel Başkanımız Sayın Mesut Yılmaz, yaptığı basın toplantısında, “Türk Hükümetinin izniyle, Türk hava sahasını kullanmak suretiyle Suriye’den Ermenistan’a uçan Ermeni uçaklarının uçuşuna izin verilmemesini ve bu konuda daha önce verilen iznin, bu saldırı karşısında, derhal iptal edilmesini istemiştir. Maalesef, bu ikazlara rağmen, bu uçuşlar ancak 3 gün sonra önlenebilmiştir. Yani, 3 gün-. daha, ermeniler, Türk hava sahasını kullanarak, Suriye’den, muhtemelen silah ve mühimmat sevkiyatına devam etmiştir. Bütün bu süre zarfında, Türkiye Cumhuriyeti Devleti adına açıklama yapan yetkililer ise, açık ve kesin tavır almaktan kaçınarak, ancak Batılı devletlerin tepkileri ölçüsünde reaksiyon gösterebilmişler ve bunda da çok itinalı olmuşlardır. Hatta, Sayın Başbakan, 6 Ocak 1993 tarihinde basına yansıyan talihsiz beyanında, Azeri-Ermeni çatışmasını bir yerde tutmak gerektiğini; ancak, Azerbaycan Cumhurbaşkanı Sayın Elçibey’in, çevresi tarafından, hatta KGB tarafından kışkırtıldığını söylemiştir. Burada, kışkırtılan, saldıran, Azerbaycan Lideri Elçibey olarak gösterilmiş; dünyayı karşımıza alamayacağımız, askerî müdahalede bulunamayacağımız kesin bir dille ifade edilmiştir. Bunu söyleyen bir Sayın Başbakanın, Rahmetli Özal’ın cenazesine gelen Petrosyan’a “Çabuk çıkın Karabağ’dan” demesinin hükmü ne kadardır; tesiri ne olur; sözü dinlenir Türkiye ne hallere düşer; takdirlerinize bırakıyorum… Petrosyan da, herhalde, gider gitmez, zaten ordularını Karabağ’dan çıkardı!.. Sayın milletvekilleri, acınacak bir hal; Petrosyan’ın da, Sayın Başbakanımıza, son saldırının kendilerince değil de, Ermeni milisler tarafından yapıldığını söyleyebilmesi, bu cüreti gösterebilmesidir. Bu beyanın tercümesini de izanlarınıza bırakıyorum… Sayın milletvekilleri, Türkiye’nin, dış meselelere kendi gözlükleriyle, kendi şuuruyla bakması gerekir. Bunun gereği, korku belirtilerinden, acz ve tereddütlerden uzak, kararlı ve inançlı tutumlar sergilemektir. Eğer, “zaten böyle bir politika sergiliyoruz ve bu politikanın sonucu da başarılı olmuştur” deniliyorsa, Hükümet, buraya gelip “Ermenilere yaptığımız buğday yardımı sonucunda Ermeniler insafa gelmiş ve Azerbaycan’a saldırıdan vazgeçmiştir” diyebilmelidir. “Bosna-Hersek’te uyguladığımız akılcı, tutarlı politikalar sonucunda, Sırpların vahşeti durmuş ve Müslüman kanı artık orda akmamaktadır” diyebilmelidir veya en azından “500 gün öncesine nispetle, saldırıların şiddeti zayıflamıştır, nispeten bir sükûnet havası vardır” diyebilmelidir. Bunları diyemeyen Hükümet, en azından, susmasını bilmelidir. Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (ANAP ve RP sıralarından alkışlar)
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) — Çekip gitmesini bilmelidir… BAŞKAN — Teşekkür ederim Sayın Alpaslan.
H. FECRt ALPASLAN (Devamla) — Ben teşekkür ederim Sayın Başkanım.
BAŞKAN — Hükümet adına, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı, Dışişleri Bakanı Vekili Sayın Erdal İnönü, buyurun efendim. (SHP ve DYP sıralarından alkışlar)
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ERDAL İNÖNÜ (İzmir) — Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Kayseri Milletvekili Sayın Abdullah Gül ve 23 arkadaşının, Ermenistan’a karşı izlediğimiz -kendi ifadesiyle- yanlış dış politikamız nedeniyle Azerbaycan’a yapılan son Ermeni saldırısı ve işgalinde dolaylı sorumluluklarımız bulunduğu iddiasıyla, Başbakan Süleyman Demirel ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında Anayasanın 99 uncu ve İçtüzüğün 107 nci maddeleri uyarınca bir gensoru açılmasına ilişkin önergesi üzerinde Hükümetin görüşlerini sunmak için huzurunuza geldim; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. Sayın milletvekilleri, bir defa daha, kardeş Azerbaycan’ın uğradığı haksız saldırılarla ilgili olarak, Büyük Millet Meclisimizde bir görüşme yapıyoruz, bir gensoru muhatabıyız, önemli bir dış politika görüşmesi yapıyoruz. Tabiî, sonunda Hükümetin suçlanması da var; ama, ülkemizi, milletimizi, kamuoyumuzu yakından ilgilendiren ve tabiî, komşumuz, kardeşimiz Azerbaycan’ı yakından ilgilendiren bir görüşme yapıyoruz. Böyle bir dış politika konusunu, -her zaman söylüyoruz- iç politika anlaşmazlıkları, iç politika çıkarları için yararlı bir alan diye görmek çok yanlış. Burada dikkat edilecek bir başka nokta daha var: Yanlışlığı sadece bizi etkilemiyor, buradaki yanlışlık, kardeşimiz, komşumuz, daha mutlu günlere erişmesi için hep birlikte bir şeyler yapmak istediğimiz Azerbaycan’ı da etkiliyor. Burada, biz, konuşurken, Azerbaycan’ın çıkarlarını da gözetmek noktasındayız. Bunu, tabiî, son konuşmacı olmam nedeniyle, benden evvelki konuşmalar için söylemiyorum; ama, bütün konuşmalara bu açıdan bakmak gerekir, onu vurgulamak için söylüyorum. Bakınız ne kadar ilginç bir noktaya geldi Türkiye Cumhuriyeti: Arkadaşlarımız, “Azerbaycan bir saldırıya uğruyor, buna karşı niçin bir şey yapmadınız?”, hatta dolaylı olarak, “bu saldırıyı siz teşvik ettiniz” diye bizi, Hükümeti, Türkiye Cumhuriyetini suçluyor. “Bosna-Hersek’te kan akıtılması hâlâ durmadı; niçin, sizin politikalarınız; niçin, Türkiye’nin politikası bunu durdurmadı?” diyorlar. Yani, bunları dinlerken düşünüyorsunuz “Acaba, Türkiye Cumhuriyeti, bütün bu bölgenin egemeni durumuna mı geldi, bütün bu bölgedeki olayları tek başına kontrol eder duruma mı geldi, böyle bir durum mu var?” diye. Böyle bir durum yok.
ABDULLAH GÜL (Kayseri) — Cesaret verdiniz, cesaret…
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI İSMET İNÖNÜ (Devamla) — Türkiye Cumhuriyetinin nüfuzu, Türkiye Cumhuriyetinin etkisi, Türkiye Cumhuriyetinin kültürel bağlan, dış politikası, ekonomik gücü, bunların hepsi, bu bölgede çok önemli rol oynuyor. Ama, bu demek midir ki, bu bölgede Azerbaycan’a bir saldırı olduğunda -Azerbaycan kendisini henüz yeteri kadar savunamamışsa- bu saldırının sorumlusu Türkiye Cumhuriyetidir? Böyle bir şey nasıl söylenir? Ama, biz şimdi bunu yapıyoruz… Hükümet olarak, “Niçin, Azerbaycan kendisini yeteri kadar korumadı ve niçin, siz bu saldırıyı önlemediniz?” diye bize karşı bir gensoru önergesi veriliyor. Tabiî, dediğim gibi, dış politika, iç politika için kullanılırsa işte böyle oluyor. Kimse yanlış anlamasın; biz, Azerbaycan’ın başına gelenlerle yakından ilgiliyiz. Biz, Azerbaycan gibi, tarihten gelen ilişkilerimiz olan bir kardeş cumhuriyetin mutluluğunu elbet istiyoruz, güvenliğini elbet istiyoruz. Azerbaycan bizden nasıl bir yardım istemişse, bugüne kadar, olanaklarımız ölçüsünde onu yerdik, bundan sonra da vereceğiz bundan kimsenin kuşkusu olmasın. Şimdi, Sayın Abdullah ‘Gül’ün konuşmasında ve önergesinde bize yönelttiği bazı suçlamalara dokunmak istiyorum. Değerli arkadaşlarım, sayın milletvekilleri; hemen şunu söyleyeyim: Hiç kendimizi yormayalım; Sayın Abdullah Gül’ün temsil ettiği siyaset yaklaşımı, dış politika yaklaşımı, bizim hiç kabul etmeyeceğimiz, hiçbir şekilde bağdaşamayacağımız bir yaklaşımdır. Dolayısıyla, bu yaklaşımlar arasında bir mukayese yapmak, bir özel olayı alıp, “niçin böyle yaptınız, niçin böyle yapmadınız?” demek, tamamıyla boş bir gayrettir. Çünkü, arkadaşlarımızın politikasını, düşüncesini, istediğini, gayet iyi anlıyorum. Demek istedikleri şu: “Türkiye Cumhuriyeti, Azerbaycan’daki, Bosna-Hersek’teki ve civarındaki olayları kendi gücüyle kontrol etmelidir, öyle bir askerî güç göstermelidir ki, bazen kullanılmalı, bazen kullanmamalı; ama, kendi askerî gücüyle bu bölgenin egemeni olmalı. Tıpkı, Osmanlı İmparatorluğunun bir zamanlar yapmış olduğu gibi…” Aynı politikayı bize tavsiye ediyorlar ve bunu iyi anladığımı sanıyorum…
HÜSEYİN ERDAL (Yozgat)— Evet, doğru…
İBRAHİM HALİL ÇELİK (Şanlıurfa) — Doğru, Osmanlının torunuyuz biz.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ERDAL İNÖNÜ (Devamla) — Bunu desteklemek için de, “Siz, niçin, dünyayı arkanıza alarak bir politika izlemek istiyorsunuz? Bu politika teslimiyetçidir, böyle şey olmaz. Gidin kendi başınıza, alın, dünyayı karşınıza, gösterin dünyanın kaç bucak olduğunu” anlamına gelen bir politikayı değerli arkadaşlarımız bize öneriyor. Kusura bakmayın, bu politika, Türkiye Cumhuriyetinin çıkarına değildir, bu politika, Azerbaycanlın çıkarına değildir, bu politika aklı başında hiçbir insanın çıkarma değildir. (SHP ve DYP sıralarından, “Bravo” sesleri, alkışlar) Sayın milletvekilleri, arkadaşlarımız bizi korkaklıkla suçluyorlar ve bunu açıkça söylüyorlar, “korkuyorsunuz” diyorlar, “nerede kaldı sîzin erkekliğiniz?” diyorlar. (Gülüşmeler)
ABDULLAH GÜL (Kayseri) — Kim söylüyor onu?!
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ERDAL İNÖNÜ (Devamla) — Bunu bize söyleyen milletvekilleri, bizim oraya savaşa gitmemizi ya ima ediyorlar yahut “gidin” diyorlar…
ABDULLAH GÜL (Kayseri) — Kim söyledi onu?
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ERDAL İNÖNÜ (Devamla) — Sayın milletvekilleri, bizim bugün uyguladığımız politika, Büyük Atatürk’ün barışçı politikası olan, “yurtta barış, dünyada barış” politikasıdır. Büyük Atatürk ve yanındaki arkadaşların hepsi cephelerden gelmişlerdir, onların hepsi muharebeden çıkmışlardır. Hatta ömürlerinin büyük kısmını, Osmanlı İmparatorluğunun dünyaya karşı açtığı savaşta, çeşitli cephelerde geçirmişlerdir. Herhalde onlara korkaklık ithamı yapılamaz. Bizim bugün uyguladığımız, dikkatle uyguladığımız, hatta bizden evvelki hükümetlerin yıllardır uyguladığı ve çok başarılı olan dış politika, barışçı politika, işte o kumandanların, savaşın ne olduğunu bilen insanların, bundan sonra, Türkiye Cumhuriyetinin, o savaşlarda kazandığı değerli birikimleri barış içinde koruması, gelişmesi için getirdikleri, uyguladıkları politikadır. Zaferler kazanan kumandanlar barışçı politika yürütürler. (SHP ve DYP sıralarından alkışlar) Ama, hiçbir savaşa girmemiş, yalnız uzaktan seyretmiş, ya da tarihte okumuş siyasetçiler “haydi bakalım savaşa” derler. (SHP ve DYP sıralarından alkışlar, gülüşmeler) İşte, bütün mesele burada… O açıdan, ayrıntılara girmeye hiç gerek görmüyorum. Aslında, temel bir yaklaşım farkı var aramızda. Çok temenni ederim ki, bu yaklaşım farkı, böyle teorik olarak kalsın; hiçbir zaman, bu söylediklerinizin yanlış olduğunu acı tecrübelerle görmeyesiniz. (RP sıralarından “görüyoruz” sesleri) Türkiye’nin politikası, size bu’ acı tecrübeleri göstermeyecek kadar sağlamdır ve bu sağlam doğrultuda dikkatle, başarıyla ilerlemektedir; hiç merak etmeyin… Tabiî, birtakım yanlışlara da değinmeden geçemem. “Ermenistan’a yapılan silah yardımları, Türkiye hava sahası üzerinden, hiçbir kontrola tabi tutulmadan devam etmiştir. Hükümet buna izin vermiştir” diye önergenizde yazıyorsunuz, siz de söylediniz.
ABDULLAH GÜL (Kayseri) — Devam etmedi mi bir sene?
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ERDAL İNÖNÜ (Devamla) — Türkiye üzerinden geçen, Ermenistan’a giden uçaklar aranmıştır. İçinde silah olan hiçbir uçak Türkiye üzerinden geçmemiştir; kontrol edilmiştir. Ermenistan’a silah götüren uçaklar Türkiye üzerinden geçmemiştir, başka yerden gitmiştir.
ZEKİ ERGEZEN (Bitlis) — İnanıyor musunuz bu sözünüze?
CENGİZ BULUT (İzmir) — “Bize dokunmayan yılan bin yaşasın” diyorsunuz. “Bize bir şey olmasın da Azerbaycan elden gitsin” diyorsunuz…
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ERDAL İNÖNÜ (Devamla) — Buğday konusunu arkadaşlarım anlattılar, ödünç verme meselesidir, tekrar üzerinde durmayacağım. Ermenistan’a yapılan enerji yardımının, bir nevi, ateşli değil; fakat ateşsiz silah yardımı anlamına geldiği…
MUSTAFA BALCILAR (Eskişehir) — Doğrudur…
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ERDAL İNÖNÜ (Devamla) — Ermenistan’a enerji yardımı yapılmamıştır. Mesele bundan ibaret.
MUSTAFA GÜL (KAyseri) — Yapılamamıştır. Yapacaktınız; yapamadınız.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ERDAL İNÖNÜ (Devamla) — Sayın milletvekilim “Ermenistan’a enerji yardımı yapacaktınız, biz muhalefet olarak karşı çıktık yapmadınız” dediler. Teşekkür ederiz. Demokraside, muhalefet, elbet bir işe yarayacaktır. (SHP ve DYP sıralarından gülüşmeler, “Bravo” sesleri alkışlar) Biz, muhalefet yıllarımızda, Türk dış politikasına 1 çok yardım ettik. Demokrasinin usulü budur. İktidarın yapacağı şey başkadır, muhalefetin yapacağı şey başkadır; ama, her ikisi de o ülkenin çıkarlarını koruma doğrultusunda olmalıdır. Sağlam demokrasi de böyle olur, teşekkür ederiz. Tekrar konuya geliyorum: Türkiye Cumhuriyeti, Ermenistan’a enerji yardımı yapmamıştır; işte bu kadar… (SHP ve DYP sıralarından gülüşmeler, alkışlar)
ABDULLAH GÜL (Kayseri) — Yapamamıştır. İmzayı attınız; yapacaktınız, yapamadınız.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ERDAL İNÖNÜ (Devamla) — Sayın ANAP sözcüsü, Sosyaldemokrat Halkçı Parti sözcüsü Sayın Mutman’ın bir sözcünü yanlış anlamış sanıyorum. Bosna-Hersek’e Sırp uçaklarının, uçuş yasağını kontrol etmek için giden uçaklarımızın İtalya’ya gitmiş olması, herhangi bir mezaret diye söylenmedi. Bu bir gerçek, uçaklar oraya gitti. Yunanistan izin vermedi, başka yerden gitti. Bundan ibaret mesele; ama, oraya gittiler.
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) —• Demek ki, biz de izin vermeyebiliriz…
H. FECRİ ALPASLAN (Ağrı) — Yunanistan kadar olalım dedim; ben de aynı şeyi söylüyorum.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ERDAL İNÖNÜ(DevamIa) — Yunanistan’ın bu konudaki davranışını Yunanistan’a söyleyin, bize değil. (SHP ve DYP sıralarından gülüşmeler, alkışlar)
H. FECRİ ALPASLAN (Ağrı) — Örnek alın, örnek…
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ERDAL İNÖNÜ (Devamla) — Türkiye’nin olaylara seyirci kaldığını, gene Sayın ANAP sözcüsü söyledi. Hayır, sayın milletvekilleri; Türkiye, olaylara seyirci kalmamıştır. Türkiye, başından itibaren, Azerbaycan’da bu üzücü olaylar, bu saldırılar meydana çıktığında, en etkili bir şekilde olayın içine girmiştir. Konu nereden çıktı? Dağlık Karabağ, Ermenilerin saldırısına uğradı. Ermeniler, oradaki silahlı güçler, daha önce hazırlık yaparak, oradaki Azeri güçlerini gafil avlayarak -bir anlamda Dağhk Karabağ’ı işgale giriştiler ve bir anlamda, fiilî olarak, Dağlık Karabağ’ın Ermeni toprağı olduğunu göstermeye başladılar. O safhada biz müdahale ettik ve yaptığımız diplomatik girişimler sonucunda…
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) — Karabağ gitti!..
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ERDAL İNÖNÜ (Devamla) — AGİK (Avrupa Güvenlik İşbirliği Konferansı) yani, hem Ermenistan’ın hem Azerbaycan’ın içinde bulunduğu devletler topluluğu, Dağlık Karabağ’ın, Azeri toprağı olduğunu ilan etti. Bundan daha iyi bir müdahale, bundan daha iyi bir girişim nasıl olur?! Bütün mesele oradan çıkıyor. Orasının Azerbaycan toprağı olduğunu uluslararası güç ilan etti ve bunu biz sağladık. Ondan sonra Nice Konferansına çağırdı. Hâlâ o konferansa gidilmeye çalışılıyor; oraya gidilince mesele bitecek. Biz girişimlerimize devam ediyoruz, bizim seyirci olduğumuzu kimse söyleyemez.
MUSTAFA ÜNALDI (Konya) — Seyirci bile değilsiniz!..
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ERDAL İNÖNÜ (Devamla) — Değerli milletvekilleri, bu arada, başka bir iki söz de söylendi. Gene, Sayın ANAP sözcüsü Rahmetli Özal’ın bir sözüne atfen, bizim, emperyal kültürün varisi olduğumuzu söyledi. İşte, bu da, biraz evvel, Sayın Refah Partisi sözcüsünün ortaya koyduğu ve hiçbir şekilde katılmayacağımız, tarihte kalmış bir yaklaşımın örneği,temsilcisi. Emperyal kültürün varisiyim, diye bugün ortaya çıkmayı bir marifet zannetmek, bu şekilde bir yaklaşımla, bugünkü dünyada gelişeceğimiz, bugünkü dünyada ileri gideceğimizi sanmak, büyük bir yanılgıdır; ama, bu, rahmetli Özal’ın bir sözü imiş, üzerinde fazla durmayacağım. Biliyorsunuz, rahmetle anıyoruz; başka bir şey söylemeyeceğim.
H. FECRİ ALPASLAN (Ağrı) — Biz geleceğiz ve ileri gideceğiz.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ERDAL ÎNÖNÜ (Devamla) — Azerbaycan eski Millî savunma Bakanının, eski İçişleri Bakanının demeçlerini burada anlattılar. işte, bunlar, dış politikanın, iç politika çıkarları için kullanılmasının, hem Türkiye’deki örnekleri hem Azerbaycan’daki örnekleri… Bunlar üzerinde de lütfen durmayalım; bunlar yanlış şeyler.
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) — Biz burada dış politika konuşmayacak mıyız Sayın İnönü?…
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ERDAL İNÖNÜ (Devamla) — Sayın milletvekilleri, ben şimdi esas konuya geleceğim ve fazla vaktinizi almadan, Başbakanın müdahalesine gerek olmadan, sözlerimi bitireceğim. Biz, Azerbaycan’daki olaylarla çok yakından ilgiliyiz. Orada henüz bu saldırıların durdurulması sağlanamamıştır. Biz, diplomatik girişimlerimizi yapıyoruz. Bu saldırılar durdurulup, -ateşkes şimdi fiilen sağlanmış; ama, bu yetmez- Kelbecer’den çekilmedikçe, Laçin’den çekilmedikçe Ermeniler, orada barış sağlanamaz. Bunu, biz, diplomatik girişimlerimizle yapmaya çalışıyoruz. Ancak, mesele bu değildir. Bir ülke, kendisine saldıranlara karşı kendisini korur. Kendi gücüyle korur. Meselenin esası budur.
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) — 51 inci maddenin manası nedir?
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ERDAL İNÖNÜ (Devamla) — 51 inci maddeye de değinecektim, iyi hatırlattınız, teşekkür ederim. Sayın milletvekilleri, Birleşmiş Milletler Yasasının 51 inci maddesi, ulusların kendilerini savunma hakkı olduğunu söyleyen, her zaman geçerli olan bir maddedir. Meşru savunmayı söylüyor “Bir ülke, saldırıya uğrarsa kendisini savunabilir” diyor.
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) — Tek başına!..
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ERDAL İNÖNÜ (Devamla) — Yani, kendisini savunmadan evvel New York’a sormasına gerek yoktur. Bir ülkeye saldırı olursa, kendisini savunur. Hatta, başka bir ülkeyi yardıma da çağırabilir; aralarında bir ittifak anlaşması varsa, onlar beraber yaparlar.
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) — Elçibey bizi çağırdı.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ERDAL İNÖNÜ (Devamla) — Azerbaycan, Türkiye’yi, Ermeni saldırılarına karşı “gelin, bizi kurtarın” diye yardıma çağırmamıştır; Azerbaycan böyle bir şey yapmamıştır. Burada böyle bir şey söz konusu değil. ZEKİ ERGEZEN (Bitlis) — 4 tane helikopter vermediniz.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ERDAL İNÖNÜ (Devamla) — 51 inci madde, saldırıya uğrayan ülkenin, başka bir ülkeyi yardıma çağırabileceğim, kendisini ko^ ruyabileceğini söylüyor. Azerbaycan bizi yardıma çağırmamıştır, çağırmaz da…
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) — Elçibey bizi çağırdı.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ERDAL İNÖNÜ (Devamla) — Bakınız, Azerbaycan, kendisini, kendi gücüyle koruyacaktır. Ülke, kendisini böyle korur, eninde sonunda bu olacaktır. Biz, bugün, Azerbaycan’a yardım ediyoruz… Geçenlerde burada bir askerî eğitim anlaşmasını onayladınız, daha önce onayladığınız anlaşmalar da var… Azerbaycan’a her bakımdan yardım ediyoruz… Amaç, eninde sonunda, Azerbaycan’ın kendisim savunacak güce gelmesi, onu göstermesidir. Bu gördüğümüz olaylar ilk defa olmuyor. Bir önemli değişim geçiren, yeni bağımsızlığına kavuşan, ya da bir önemli rejim değişikliği geçiren ülkeler, kendi içlerinde uğraşmaya başladıklarında, komşularının saldırısına zaman zaman uğrarlar. Eğer o komşu daha evvel hazırlanmışsa ve bu fırsattan yararlanmak istiyorsa, bunu yapabilir. Çok çarpıcı bir örnek, meşhur Fransız İhtilalinden sonra, Fransa’nın başına gelenlerdir. Fransız İhtilalinde, büyük bir değişiklik yapan insanlar, ülkelerinde, dışarıya kar$ı savunmasız kalmışlardır ve dışarıdan, her taraftan saldırılara uğramışlardır. O zaman güçleri de yoktu; ama sonra kendileri toparlanmışlar, eski topraklarının hepsini geri almışlar ve daha güçlü bir devlet olarak ortaya çıkmışlardır. Azerbaycan’ın da yapacağı budur. Bunu yapacak gücü vardır; bunu yapacak ulusal kültürü ve ulusal karakteri vardır.
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) — Siz nasıl yardım ediyorsunuz?
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ERDAL İNÖNÜ (Devamla) — Biz onlara yardım ediyoruz, sonunda buraya geleceklerdir. Azerbaycan bize demiyor ki, “Gelin beni siz savunun.” Onu diyemez, onurlu bir millet bunu demez. Onurlu bir millet, başka bir milletle yardımlaşma yapar, yardım ister, eğitim alır; ama, kendisini kendi savunur. Bu olacaktır…
MEHMET BUDAK (Ankara) — Haçlı seferleri ne Sayın İnönü?
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ERDAL İNÖNÜ (Devamla) — Ülkelerin kurtuluşu budur. Benim hiçbir kuşkum yoktur; Azerbaycan kendisini savunacaktır. Biz onun yanındayız. Kimse yanlış anlamasın, Türkiye Cumhuriyeti, bütün gücüyle Azerbaycan’ ın yanındadır, ama Azerbaycan, kendisini, kendi koruyacaktır. Bu duygu ve düşüncelerle sözümü bitirmek istiyorum; daha ayrıntılara girerek, Azerbaycan’ın yapacağı şeyleri burada anlatmak istemem; ama, hiç kuşkum yok, tekrar ediyorum: Kardeş Azerbaycan kendisini koruyacaktır; bu saldırıların hepsi geri püskürtülecektir; bu saldırıları yapanların hepsi geri gidecektir. Zaten, diplomatik girişimler bunu büyük ölçüde hazırlamaktadır. Eninde, sonunda, zafer ve kendini koruma, Azerbaycanlıların olacaktır. Ben, buradan geçenlerde çok yapıcı bir görüşme yaptığımız Sayın Cumhurbaşkanı Elçibey başta olmak üzere, Azerbaycanlı kardeşlerimize en iyi dileklerimizi gönderiyorum; onların yanında olduğumuzu söylüyorum.
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) — Veda konuşması gibi oldu bu Sayın İnönü!
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ERDAL İNÖNÜ (Devamla) — Azerbaycan topraklarını koruyacak bir barışın yakın olduğuna inancımı ifade ediyorum. Yüce Meclisin, bu gensoru önergesini reddetmesini diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (SHP ve DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN — Teşekkür ederim Sayın İnönü. Sayın milletvekilleri, Başbakan Süleyman Demirel ve Bakanlar Kurulu hakkındaki gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmeler tamamlanmış bulunmaktadır. Şimdi, önergenin gündeme alınıp alınmayacağı hususunu oylarınıza sunacağım. Oylamanın, açık oylama şeklinde yapılmasına dair bir önerge vardır; okutup, önergedeki imza sahiplerini arayacağım. Buyurun : Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan gensorunun açık oyla oylanmasını arz ve teklif ediyoruz.
Gensoru önergesini veren Milletvekilleri:
Oğuzhan Asiltürk- Malatya,
Şaban Bayrak- Kayseri,
Melih Gökçek- Ankara
Bahattin – Bayburt,
İsmail Coşar- Çankırı,
Hasan Dikici – Kahramanmaraş,
Ahmet Dökülmez- Kahramanmaraş,
Abdullah Gül- Kayseri,
Fethullah Erbaş- Van,
Musa Demirci- Sivas,
Abit Kıvrak- Konya,
Gevat Ayhan – Sakarya
Ahmet Remzi Hati- Konya,
Hüsamettin Korkutata – Bingöl,
Ömer Ekinci – Ankara,
Şinasi Yavuz- Erzurum,
Şevket Kazan- Kocaeli.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.