Kırcaali merkezli ALTAY Derneği’nin başkanıyım. Derneğimiz, Türkçe derslerinin yanı sıra, çeşitli nedenlerle gerek Türkiye’den, gerek başka ülkelerden dönüş yapan ailelerin 18 yaşına kadar olan çocuklarına ücretsiz Bulgarca dersleri de vermektedir.
Geçenlerde, Türkiye’de yetişmiş bir kız, beni telefondan arayarak, Bulgarca öğrenmek istediğini belirtti. Tanışma faslında, gurur duyarcasına annesinin de Tosçalı’dan Ramadan Osmanov’un kızı olduğunu söyledi. Bende kendisine, “Kusura bakma, fakat senin deden hayırlı birisi değildi” diyerek, iki sene önce yazdığım “Dine saygı ve ateizm üzerine”(https://www.arda-tuna.com/2019/01/13/dine-saygi-ve-ateizm-uzerine/) başlıklı bir yazımın linkini gönderdim…
O yazının ilk cümleleri şöyleydi:
“Bulgaristan’daki totaliter rejimi döneminde, Bulgar Komünist Partisi saflarında bir yerlere gelmeye çalışanlar, ateizmi o kadar benimsediler ki, ölen kendi öz babalarının cenaze namazını kıldırmadan, kefensiz defnedenler oldu. Örneğin benim doğduğum Tosçalı köyünde, Ramadan Osmanov(Arabın Ramadan) isimli bir bölge komünist parti sekreteri, daha 70’li senelerde ölen babasının cenaze namazını kıldırmadı ve kefensiz defnettirdi. Oysa dönemin totaliter rejiminin başı olan Todor Jivkov, kendi kızı 1981 yılında öldüğünde haçla, papazla defnettirdi. Anlaşılan 70’li senelerde, ateizm propagandası vardı, fakat din konusunda fazla kısıtlama yoktu, buna rağmen birileri kraldan kralcı olmaya çalışıyordu…”
Osmanov’un torunu bana telefondan yeniden dönüş yaptığında, “Abi senin bir yanlışın var, ben anneanneme sordum, dedemin babası İslam dini usullerine göre defnedilmiş. Benim dedem, dine saygılıydı ve cuma namazlarına gidiyordu.” dedi ve yazıyı silmemi rica etti. Bende cevaben “Demek o da tövbe etmiş, anlaşılan din herkese lazım” dedim.
Daha sonra, Osmanov’un çocuklarından ikisi Messenger’den mesaj attı, bir diğeri ise Facebook arkadaşlık isteği gönderdi. Sadece birisiyle Messenger’den yazıştıktan sonra, diğerlerinin ise ne amaçla benimle muhatap olmak istedikleri anlaşılınca, muhatap olduğuma yazdıklarımın ekran resmini gönderdim.
Ancak iki gün önce Tosçalı’ya gittiğimde, o dönemde de köy imamı olan ve köyde 50 seneden fazla imamlık yapmış olan Mümün agayı ziyaret ettim. Hal hatır ederek, şimdi 90 yaşına merdiven dayamış olan Mümün aganın hafızasının da hayli yerinde olduğundan emin olduktan sonra, kendisiyle aramızda şu sohbet geçti:
“- Mümün aga, ben iki sene önce, Arabın Ramadan’ın 70’li senelerde ölen babasının cenaze namazını kıldırmadığını yazdım. Acaba yanlış mı hatırlıyorum, sen bu konuda bir şey biliyor musun, imam olarak Arabın Osman’ın cenazesini sen mi kefenledin ve cenaze namazını sen mi kıldırdın?
– Arabın Osman öldüğü gün, Saffet’in karısı Rabiye bana geldi, “Babam vefat etti, babamın cenazesini yıkayıp, cenaze namazını kıldırır mısın!” diyerek beni çağırdı.
– Dikmen Saffet’in karısı, Arabın Osman’ın kızı mı oluyor?
– Evet.
-Ben bunu bilmiyordum. Daha sonra gittin mi cenazeye?
– Arapların haremine(evin bahçesi, etrafı) gittiğimde, Arabın Ramadan, “Bana imam mimam lazım değil” dedi ve bende oradan ayrıldım. Yukarıda Allah var, daha sonra ne oldu, ne bitti bilmiyorum. Sadece daha sonra, onlara daha yakın komşuları olan Halacın Naim, “Arabın Osman’ın cenazesini urbalarla(elbiselerle) götürdüler” dedi.
-Demokrasi döneminde, Sütkesiği’nden Cevdet diye birisi, “Arabın Osman’ın cenazesini ben kefenledim” demiş. O zaman buralarda Cevdet isminde bir imam var mıydı?
– Sütkesiği’nde bir Cevdet vardı, kendisine “Cevdet Sunay”(Cevdet Sunay, Türkiye’nin 5. Cumhurbaşkanı’nın isminden esinlenme olsa gerek) derlerdi, o sıvette(Belediye’de) bir iş başındaydı, o da gumanis idi( Halk arasında rejimin parti üyelerine denir). Ben başka Cevdet tanımıyorum.”
Dönemin Tosçalı imamının anlattıkları o kadar. Belki daha fazlasını da biliyor, fakat Allah korkusu olduğu için, emin olmadan, şahidi olmadığı, kulaktan duyma şeyler anlatmak istemiyor.
Tosçalı’da 70’li senelerde cenazeler, evlerin bahçesinin bir köşesi battaniyelerle sarılır ve orada yıkanırdı, cenaze namazları ise mezarlıkta kılınırdı. Cenaze defnedildikten sonra, çevrilen devire göre para dağıtılırdı. Örneğin çocuklara, çevrilen devire göre 10 santin(Levanın kuruşu, stotinka), 20 santin dağıtılıyordu. Yetişkinlere daha fazla bir miktarlarda para dağıtılıyordu.
Çocuktum, fakat Arabın Osman’ın cenazesine bende gittim. Tosçalı’daki cenazelere, genelde yaşlılar katılıyordu. Bu cenaze, farklı bir cenazeydi, fazla yaşlı yoktu; rejimin memurları, Bulgar ve Türk asıllı malimler(muallimler, öğretmenler) vs gibiler katılıyordu. Bulgarca, Osman bilmem kimovun çok iyi bir partiets(komünist parti üyesi) evlat yetiştirdiğini, onun için diz çökerek saygı duruşuna davet ettiler ve cenazeye katılan herkes diz çöktü, eh, bazıları da diz çökerek sigarasını tüttürdüler. Cenaze namazı ise kılınmadı. Cenaze defnedildikten sonra ise, santin mantin dağıtılmadı. Günahını almayayım, Arabın Osman’ın diğer oğlu Mümün, aynı akşam babası için camide veya başka bir yerde gıyaben cenaze namazı ve devir çevirttiği biliniyor.
Şimdi gelelim “Arabın Osman’ı ben kefenledim” diyen “Cevdet Sunay” lakaplı Cevdet isimli şahsa…
Cevdet, çocukluğunda biraz din eğitimi alsa da kendisi, totaliter rejimin tek partisi olan BKP(Bulgar Komünist Partisi)’nin Sütkesiği Belediyesinin en sadık üyelerinden birisi olmuştur. Kendisi, Tosçalı taraflarında senelerdir parti sekreterliği yapan Nazmi Mümin’in(namı diğer Kızıl Nazmi veya Romanov) öz eniştesidir. Belki Kızıl Nazmi’yi totaliter rejimin parti teşkilatına sokan kişidir.
Ramadan Osmanov, babasının cenazesini İslam dini usullerine göre defnettirmediği için suç işlememiştir. Bu bir özel tercih meselesidir. İnsan Müslüman, Hıristiyan, Budist, Ateist vs olabilir. Buna saygı duymak lazım. Ancak daha sonra rüzgar başka tarafa döndükten sonra, “Ben yapmadım, etmedim” dersen, bu, saygı duyulacak bir şey değildir.
Totaliter rejimin partisine üye olan her gomunis gibi, “Sosyalist Kültür Devrimi gereği, geleneksel dini bayramlar ve dini ayinler yerine, ateist görüşleri benimsediğime…” diye başlayan bir beyanname imzalamış “Cevdet Sunay’ gibi birisi, o zaman susup, daha sonraki demokrasi döneminde çıkıp, ” Totaliter rejimi döneminde ben cenaze kefenledim” derse, ona kargalar bile güler. Ancak senelerdir totaliter rejimin gumanislerinin veya DS(Totaliter rejimin gestaposu) ajanlarının püppileri(enikleri, yavruları) onlara inanmak ister(Püppi vakasına, yazımın sonunda ayrıca değineceğim)…
Şimdi Ramadan Osmanov’ın insanlığa karşı işlemiş olduğu asıl suçlarına gelelim:
Ramadan Osmanov’un parti sekreterliği yaptığı dönem, Tosçalı bölgesinde kadınların şalvarlarının, üst elbiselerinin yırtıldığı ve başörtülerinin başlarından atıldığı en azılı dönemdir.
Bizim ailemizin tarlalarına gitmek için, muhakkak Tosçalı köy merkezinden geçilmesi gerekiyordu. Evimiz de köy merkezine çok yakındı. 1924 doğumlu rahmetli annem, ferecesine(ayak bileklerine kadar uzun manto), şalvarına ve ak yaşmağına(beyaz tülbent) bağlı bir kadındı. Tarlaya gitmeden önce bana, “Gızanım(bizim orada çocuğa “gızan” denir), git bir koşuda çitaliştenin(okuma evi) önünde gumanis var mı, bak gel!” diye emir veriyordu. “Ana kim onlar?” diye sorduğumda, “Arabın Ramadan, Kırığın Raif…” diye sayıyordu. Ancak bir müddet sonra, şalvar yerine pijama, ferece yerine mavi işçi önlüğü, ak yaşmak yerine eşarp takmaya mecbur kaldı. Türkiye’ye göç ettiğinde, “En çok ak yaşmaklarımı özlemiştim!” dedi. Çünkü yaz aylarında 12 saat güneş altında tarlada çalıştığı için, “ak yaşmak” güneş ışınlarını en az geçiren çok ince bir bezdi. Çocuk yaşlarımda, Kayacık şehrine düzenlenen bir okul gezisine katıldığımda, yol kenarındaki tarlalarda çalışan Bulgar kadınlarının başlarında, annemin “ak yaşmağı” gibi bir tülbent olduğunu gördüğümde çok şaşırmıştım. O zaman anladım ki, bu yasak, Türk asıllı kadınlara eziyet olsun diye getirilmişti. Türklerin yaşadığı bölgelere getirdikleri bir “Akort tütün yetiştirme sistemi” ile de çocuk sömürüsünün en aşağılık, en gaddar sistemini getirmişlerdi. Bu sistemde, tüm aile, çoluk, çocuk Mayıs ayının başından, Eylül ayının ortasına kadar köle gibi 18-19 saat çalışıyordu. Yıl sonunda, aile fertlerinin karnı doyuracak kadar bir para ancak veriliyordu. Ben çocukken, yaz ayları gelecek diye korkuyordum Bu eziyetin uygulayıcıları, Ramadan Osmanov gibi gumanislerdi… Yani bana ve benim gibi çocuklara, çocukluğumuzu dahi yaşatmayanlar!
Ramadan Osmanov, kendi karısının amcasının o zamanlarda yaşlı eşini, şalvar ve başörtüsü konusunda rahatsız ettiği için, şimdi rahmetli olan aynı kadın tarafından bakraç( Bizim orada “bakraç” iki ucuna birer kova konularak su taşınan ağaç sopaya denir. Türkiye’de ise bakraç, bakır kovasına denir.) ile kovalandığını, aynı Osmanov’un bacanağı sayılan Tosçalı’dan Rüstem aganın Sütkesiği’nde oturan damadı sohbetlerde sık sık anlatmaktadır.
Bulgaristan’da Türklerin yaşadığı her köyün birer Ramadan Osmanov’u vardır. Şalvar, başörtü konusunda, kimisi kadınları korkutarak altın takılarını, paralarını gasp etmiş, kimisi kadınların elbiselerini yırtmış, kimisi başörtülerini indirmiş…
Bilindiği gibi, Bulgaristan’daki Türklerin yoğun olarak yaşadığı köylerde, 1973-1974 Eğitim- Öğretim yılına kadar Türkçe dersleri mecburdu.
Ancak Ramadan Osmanov gibi gumanisler, 1973 yılında, Bulgaristan Bölge Eğitim Müdürlüklerine. “BKP üyesi olarak, Sosyalist Kültür Devrimi gereği, 1974-1975 Eğitim- Öğretim yılında, çocuklarımızın Türkçe derslerine girmesini istemiyoruz…” diye başlayan birer dilekçe verdiler.
Ben 6. sınıfa, 1974-1975 Eğitim- Öğretim yılında başladım. Tosçalı İlköğretim okulundaki 6. A ve B sınıflarında 35’er çocuktan toplam 70 çocuk vardı. İlk önce Türkçe derslerine, genellikle gumanis veya devlet memuru çocuklarından her sınıftan 10-15 çocuk girmemeye başladı. 7. sınıfta Türkçe derslerine giren 30-35 çocuğu, tek sınıfta birleştirdiler. 8. sınıfta, toplam 70 civarında çocuktan, Türkçe derslerine giren sadece 15-20 çocuk kaldık… Mecburi olmayan derse, kaç çocuk girmek ister ki? Daha sonra Bulgaristan’da kademe, kademe Türkçe dersleri kaldırıldı.
İşte bu, Ramadan Osmanov gibi gumanislerin insanlığa, Türk kimliğine, kültürüne karşı işlediği en büyük suçtu. Bir nevi kültür katliamı…
Bu da, 1982-1989 yıllarındaki Türklere yönelik asimilasyon sürecini; 20 aylık Türkan bebeğimizin, 17 yaşındaki Mümin gencimizin, Türk kimliği için mücadele veren onlarca yetişkin kahramanımızın katledilmesine, binlerce kahramanımızın işkenceden geçirilmesine, yine binlerce kahramanımızın işkence kamplarına sürülmesine, yüzbinlerimizin de yerinden, yurdundan edilmemizin en büyük nedenlerindendi.
Senelerdir edindiğim tecrübeye dayanarak, Bulgaristan’daki eski rejimin gumanislerine, eski rejimin DS ajanlarına ve de onları püppilerine, bunların hiçbiri, bir şey ifade etmediğini çok iyi biliyorum.
Ancak şunu da tespit etmiş bulunmaktayım:
Gerek gumanislerin, gerek eski DS ajanların kendileri, gerekse onların püppileri, genelde Fatiha süresini dahi bilmeseler de, gerektiğinde Allah’a sarılmaları çok ilginç. Bu olaydaki gibi “Allah’a havale ediyorum” diye yazıyorlar. Gönül ister ki, bu püppilerden birisi çıksın, Allah’a değil, bir mahkameye havale etsin, mahkeme de eski totaliter rejiminin arşivlerindeki Türklere yönelik suç içeren tüm belgeleri ortaya çıkarsın.
Benim 8 sene önce akciğer kanserinden ameliyat olduğumu öğrenenler ise, “Bak kanser olmuşsun. Allah’ın sopası yok!” demeye getirerek, kendilerini rahatlatıyorlar. Ancak, ben hainlere karşı eleştiri yazılarımı, kanser ameliyatı olduktan sonra, yani ikinci hayatımda yazmaya başladığımı, nerden bilsinler ki…
Eskiden ibadet edilmesin diye cami önlerinde nöbet tutan Ramadan Osmanov’un, Türkiye’ye göç ettikten sonra tövbe edip,- doğruysa tabi- cuma namazlarına gittiğine göre… Buda onlar açısından iyi bir gelişme. Çünkü bir gün gelir, hepimiz Allah’a sığınma gereği duyarız…
Ölüm ise, yaşamın bir parçasıdır!
“Püppi” vakasına gelince…
Bilindiği gibi, Gudrun, nazi lideri Hitler’in en yakın çalışma arkadaşı olan Heinrich Himmler’in kızıdır…
Yazılanlara göre, babası Himmler’in nazilerin gizli polis teşkilatı gestaponun devamı olan SS birliklerinin başkomutanı olarak, Yahudi soykırımının baş planlayıcısı ve uygulayıcısı olmasına rağmen, Gudrun, bunlara hiç inanmamış ve babasının dünyanın en sevecen, en iyi, en merhametli insanı olduğuna kendisini inandırmıştır. Çünkü çocukluğundan beri babası Himmler ona hayran bir şekilde sevgi gösteriyor ve “Püppi”(encek, enik anlamında) diye sesleniyormuş… Gudrun’da babasına hayran ve sevgiyle bağlıymış…
Gudrun, hayatı boyunca nazizme sempati duymaktan hiç vazgeçmemiş…
Diğer gumanis ve DS ajanı püppilerinde olduğu gibi, Ramadan Osmanov’un püppilerinde de bir “Gudrun Sendromu” olduğu apaçık ortadadır!
Durmuş Arda
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.