Geçen Aralık ayında, “Bursa’daki Misyon(erlerin) şerefsizliği” ( https://www.arda-tuna.com/2017/12/12/bursadaki-misyonerlerin-serefsizligi/) başlıklı bir yazıma, şöyle bir giriş yapmıştım:
“Bursa’da gizli veya alçakça misyonerlik faaliyetleri yürüten bir gazete vardır. Adı da “Misyon” dur.
Bu gazetenin arkasında kimlerin olduğunu ve kimler tarafından desteklendiği bilinmemektedir. Fakat kimler tarafından yönetildiği veya kimler tarafından provokasyon yazıları yazıldığı bilinmektedir. Senelerdir Jivkov rejiminin propagandasını yapmış olan Mümin Topçu ile senelerdir Cebel’de aynı rejime hizmet etmiş olan birisinin oğlu olan Gürçay Cem’in, aynı safta buluşmaları hiç şaşırtıcı değildir…”
Yukarıdaki yazımın muhataplarından birincisi olan Mümin Topçu, kendisi hakkında yazılanlara hiç cevap vermedi, veremedi, susmayı yeğledi. Ancak kardeşlerinden birisi Lütfi Bayram, Facebook’ta yaptığı yorumlarda, benim hakkımda “DPS’den para aldın…” veya “… a be ayol sen baksana bavul ticaretine” diye sesleniyor. Mümin Topçu’nun kardeşi olduğunu iddia eden Fatme Mustafova ise “…Eeee sana ne Mümin Topçudan…” diye yazdıktan sonra, “Sen kime güveniyorsun TC emekliliğine mi?” diye tehdit ediyor.
Bir okurumun, “Bilginiz olsun, Topçu şu anda hastanede açık kalp ameliyatı olmuş, yoğun bakımda, dört tıkalı damarı varmış, kriz geçirmiş…” mesajından sonra, Mümin Topçu ve diğer misyonerler hakkında bir müddet yazı yazmamaya karar vermiştim.
Mümin Topçu’nun artık toparlanıp iyileştiğine göre, kardeşlerinin iddialarına yanıt vereyim:
Lütfi Bayram’ın kızı, benim sorumluluğumdaki bir faaliyet ekibinde çalışıyordu, fakat Bursa’daki Misyon(erlerin), Bulgaristan’daki Türk ağırlıklı partilerin ve sivil toplum örgütlerinin içine “çomak sokma” taktiğinin bir maşası olduğunu öğrendiğimde, kararlılık göstererek onu ekibimden uzaklaştırdım. Bundan dolayı, onun babası için, “HÖH/D(p)S’den para alıyor” oldum.
Keşke elimden bavul ticareti yapmak gelse… Lütfi Bayram’da biliyor ki, benim biriktirdiğim sermaye, kendi torunu gibi çocuklara eğitim- öğretim olarak dönecektir. Lütfi Bayram, nereden bilsin ki, sermayenin vatanına, milletine bağlı kişilerde birikmesi gerektiğini, düne kadar sınır kapılarındaki FETÖ’cü gümrük memurlarının, göçmenlerin bavulundaki bir gofreti dahi çöpe attırdığını hepimiz biliyoruz. Oysa aynı dönemde, Türkiye’nin Doğu sınırlarında ne idüğü belirsiz 40-50 kişilik grupların, 90- 100 katırla kaçakçılık yapmalarına göz yumuluyordu, bunun da daha sonra Türk halkına terör olarak geri döndüğünü…
Diğer kardeş Fatme Mustafova ise başka bir telden çalıyor…
Mümin Topçu’nun Mustafova kardeşi, komünist döneminde senin kardeşine ne ad verildiği beni veya başkasını ilgilendirmez. Fakat senin kardeşin eskiden Bulgaristan’daki otoriter rejiminin Türklere en çok zulüm uyguladığı döneminde, “Kaleden sardunya topladım ve günahlı ruhumu temizlemek için dikildim kilisenin aydınlatıcı mihrabına, /Baş eğerek sofrasına diz çöktüm, bir ekmek kırıntısı ve bir damla şarap için…” diye veya aynı rejimi göklere çıkaran yazılar yazarsa ve daha sonra Türkiye’ye göç edip, algı operasyonlarıyla toplum mühendisliğine soyunursa, bu, herkesi ilgilendirir!
“Bursa’daki Misyon(erlerin) şerefsizliği” yazımın ikinci muhatabı Gürçay Cem’e gelince…
Geçen Cuma namazından sonra, Kırcaali’deki bir sohbet esnasında, DOST Partisi Başkan Yardımcısı Şaban Ali Ahmet, “Gürçay Cem, senin bir ödenekten nemalandığını yazmış” dediğinde, ikimiz de aynı anda tebessüm ettik. Çünkü aynı Gürçay Cem, Şaban Ali Ahmet hakkında da, bir Ak Parti Milletvekili ile dolaplar çevirdiğini, DOST Partisinin paralarını hortumladığını yazmıştı. Daha sonra anlaşıldı ki, Şaban Ali Ahmet’in elinden hiçbir ödenek geçmemiş. Aynı şekilde benim elime de şimdiye kadar hiçbir ödenek geçmedi…
Bu Gürçay Cem, gerçek dünyada değil, kendini büyük ve önemli zanneden kendi yarattığı bir alemde yaşaması, birçok insanın bildiği şu akıl hastanesine düşen bir kadının hikayesini andırıyor:
“Batı ülkelerinde kadının birisi sevmek, sevilmek, çocuk sahibi, toplumda prestijli bir yerlere gelmek isterken, gerçek hayat onun tüm umutlarını yıkmış. Kocası onu sevmiyormuş ve çocuk sahibi de olamamış. Tüm büyük ve önemli olma umutlarını yitirdiği için, akli dengesini de yitirmiş. Düştüğü akıl hastanesinde kendisinin bir İngiliz aristokratı ile evli olduğunu zannettiği için , kendisine ‘Leydi’ diye hitap edilmesini istiyor ve hastane personeline her gün,’Dün gece bir bebek doğurdum’ diyormuş. Kadını tedavi eden doktor ise, ‘Onu iyileştirme imkanım olsaydı bunu yapmazdım, çünkü o bu haliyle kendi dünyasında çok mutlu’ diyormuş.”
Topluma zarar vermese, Gürçay Cem’e de kendi halinde, kendi dünyasında birçok insanı “ezdiği”, “haddini bildirdiği” veya “cezalandırdığı” hayaliyle yaşamasına, kendi yarattığı dünyasında mutlu olmasına ben de sesimi çıkartmam.
Ancak:
-Gürçay Cem’in 6 sene önce bir park görevlisinin üzerine araç sürmesi (https://www.haberler.com/otoparkta-kendisini-uyaran-gorevlinin-uzerine-arac-3638209-haberi/), çalıştığı kurumdaki bir hemşireyi taciz etmesi, ölümlü doğum vakalarına sebebiyet vermesi…
-Bulgaristan’daki genel seçimlerinden önce, DOST Partisi Bursa temsilcisi olmak istemesi, olamayınca da maddi sıkıntılar çeken Türkiye’deki ve Bulgaristan’daki DOST Partisi yandaşlarına, “Türkiye’den DOST Partisine çok para gidiyor” diyerek veya ona buna çamur atarak, parti içinde nifak tohumları ekmeye çalışması…
-Geçen Ağustos ayında, DOST Partisinin bir Türkiye projesi olduğunu(artık hangi akıla hizmet ediyorsa), aynı partinin Başkan Yardımcılarından birisinin Türkiye’deki bir siyasetçiyle dolaplar çevirdiğini(daha sonra bunların Şaban Ali Ahmet ve Aziz Babuşçu olduğu açıkladı)… Ankara’da Bulgaristan’a karşı yürütülecek siyaset konusundaki karar vericilerin değiştiğini(altı aydır bunun kim olduğunu bilen yok, artık megalomanın kafasının içinde kim varsa)…
-DOST Partisi içindeki tartışmaları firsat bilerek, “Arı kovanına çomak soktum, kaos yarattım” diye övünmesi…
-Kendisini medenice eleştirenlere “geri zekalı”, “embesil”, “aptal”, yarı akıllı” gibi teşhisler koyması…
-“Düşüncelerini” empoze ettiremediklerine “palyaço”, “soytarı”, “zenne” vs gibi sıfatlar takması, kendisini hastalık derecesinde büyük ve önemli saymasının bir göstergesidir.
Şuraya, üstüne basa basa yazıyorum:
Bu gibi hareketler, toplum mühendisliğine soyunan birisi için çok gülünçtür. Bu olsa olsa, kendini büyük ve önemli zanneden, kendini bilmez, bir megalomanın hareketleri olur!
Gürçay Cem benim hakkımda, “Oğlunu Üniversiteye aldırmak için kapı önlerinde yatan”,”hortumcunun soytarılığını yapan”, “DOST Partisine bağış yapacağını yazıp, daha sonra zenne gibi kıvırtan” (bağış belgesini kendisine takdim edeceğimi düşünecek kadar kendusini büyük ve onemli gören bir zavallı), “…embesilden süper zeki çocuk çıkar mı? Bir defa bu her türlü doğa kanununa, herşeyden öte GENETİK bilimine aykırı. Ya da belkide burada iş içinde başka iş var” yazarak, bana veya başkalarına şahsi zararlar verdiğine kendisini inandırmış…
Bunları yazan, olsa olsa Bulgaristan’da Jivkov’un(rejim yanlılarına Üniversitelerde kontenjan vardı) veya Özal kontenjanından( Özal, 1989 göçmenlerine Üniversite kontenjanı ayırmıştı) Türkiye’de “doktor” olmuş birisi olsa gerek.
“Kontenjan” demişken, Bulgaristan’daki Jivkov rejimi dönemindeki iki gerçek olayı anlatma gereği duydum; Birisi Kırcaali bölgesinden, diğeri ise Deliorman…
Jivkov rejimi döneminde Kırcaali bölgesinden birisini, kontenjandan baytar(yerel halk “paytar” der) yapmışlar. Yerel halk, kesimlik koyunların hamile olup olmadığını öğrenmek için kontrol ettirmeye götürdüğünde, kontenjan baytarı, koyunların hamile olup olmadıklarını bazen tutturup, çoğu zaman yanılıyormuş. Bunu öğrenen hogacılar(bizim orada şaka ve şamata yapmayı sevenlere “hogacı” denir), bir koçu alıp, bizim kontenjan baytarına götürüp, “Paytar abi, bu koyunu kesmek istiyoruz, fakat hamile olup olmadığını bilmiyoruz, bir bakar mısın” demişler. Kontenjan baytarı, koçun toplarını tutarak, hamile olup olmadığını anlamaya kalkışmış, ancak kendini tutamayan bazı hogacıların gülmeye başladıklarında, bir şeylerin ters gittiğini anlamış…
Deliorman’daki kontenjan olayı ise Kubadin(Loznitsa) kasabasında yaşanmıştır:
Bilindiği gibi, Jivkov rejiminin polidbüro üyesi Penço Kubadinski, Kubadin kasabasındandır.
Penço Kubadinski, komünist rejimi öncesi partizanlık yaptığı dönemde, polisten kaçarken Salih isimli bir Türk’ün bahçesine sığınmış. Salih aga da ona yataklık yaparak, hayvan gübrelerinin altına saklamış. Komünistler iktidarı ele geçirdikten sonra, Salih agayı, “Faşizme ve kapitalizme karşı aktif savaşçı” yapmışlar ve rejimin tüm nimetlerinden faydalanmaya başlamış.
Salih aga bir gün, politbüro üyesi olanı arayarak, “Kubadinski yoldaş, benim oğlan doktor olmak istiyor, fakat diploma notları düşük, bu konuda yardımcı olabilir misin” ricasında bulunuyor ve “Hemen Varna Tıp Fakültesine gidip kaydınızı yaptırın” yanıtı alıyor.
Salih aganın oğlu, kaydını Varna Tıp Fakültesine yaptırıp, tıp öğrenimine başlıyor, fakat bir-iki sene hiç başarı gösteremiyor. Bunun üzerine Fakülte dekanı, politbüro üyesini arayarak, “Kubadinski yoldaş, bu senin gönderdiğin elemandan doktor falan olmaz, onun kaydını başka bir bölüme alalım” ricasında bulunuyor.
Polidbüro üyesi Penço Kubadinski’nin cevabı ise emir oluyor:
“Ondan doktor olur, olur, sen gereğini yap!”
Dekan, sıkıysa yapmasın…
Seneler sonra, Salih aganın oğluna, “doktor” diploması verilmiş ve bu göreve başlamış…
Salih aganın “doktor” olan oğlu, hastalara yanlış teşhis koyduğunda, Deliormanlılar başlıyormuş “Senin doktorluğuna da, seni doktor yapanın da…” diye saydırmaya…
Neyse…
Şimdi dönelim Misyon(erlerin), “Raşit Şükrü ve amazon kızlar” (http://www.misyongazetesi.com/Hbr-253-RASIT-SUKRU-VE-AMAZON-KIZLAR.html) başlığı ile yarattıkları algı operasyonuna, yani “arı kovanına çomak soktuk, kaos yarattık” diye böbürlenmelerine…
Misyon(erler), gerçekten bal veren arı kovanına çomak soktular, o zaman göklere çıkartıkları Raşit Şükrü, daha sonra dolduruşa geldiğini anladı, onların suyundan gitmekten vazgeçti ve aynı Misyon(erler) tarafından “palyaço” ilan edildi. “Amazon kızlardan” birisi, soluğunu İngiltere’de aldı, bir diğeri ise, kendi kabuğuna çekildi. Misyon(erlerden) birisinin yeğeni ise, bu fırsattan yararlanıp, bir şekilde DOST Partisinde kendisini bir yerlere lanse etmenin yollarını arıyor.
Misyon(erler), Kırcaali’deki ALTAY Derneğinde de kaos yaratmaya çalıştılar, özellikle benim yönetimimdeki çalışma grubuna ”çomak sokmaya” çalışmaları ters tepti.
Bulgaristan’daki etnik milliyetçilerin, Misyon(erlerin), eski rejimin Bulgaristan ve Türkiye’deki uzantılarının, Bursa’daki Bulgaristan Konsolosluğunun veya Edirne, İstanbul, Ankara gibi merkezlerde bulunan Bulgaristan temsilciliklerinin müdavimlerinin, bir telden çalması, bir rastlantı olmasa gerek…
Görüldüğü gibi, çeşitli misyonerler ve Misyon(erler), her ne kadar görev peşinde olsa da, birileri de dava peşindedir!
Durmuş Arda
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.